30 Ekim 2007 Salı

Kekeme Papağana Ne Oldu? -1-


Giderek sıradanlaşan gündelik hayatımızdaki sefaleti hangi yanılsama gizleyebilir? Topluluk halinde yaşadığımızı sanırken yalnızlığımızı ve tecrit oluşumuzu keşfettiğimizde ölü birer nesneden farkımız kalmadığını da görmüyor muyuz? Birbirimize dokunuyoruz sadece; kimse kimseyle karşılaşmıyor, yüz yüze gelmiyor. Âşık olarak birlikte olduğumuzu sanıyoruz, oysa çoğu zaman sıradanlığın içinde iflas edip gidiyor aşkımız. Nesneleştikçe toplumsallaşıyoruz. Sürekli bir aşağılanma ve saldırganlık birikiminden başka ne ki hayatlarımız? Hangi toplumsal düzende yaşarsak yaşayalım kaçamayacağımız bu gündelik hayat sıkıntısının köklerini deşmek gündelik yaşantılarımızda devrimin imkânlarını bulmak ve buldurmak zorundayız.
Bunun basit olduğunu düşünenler olacaktır tatbikide. Büyüme sancısı da etkili olacaktır muhakkakında ama …

İmaj, "teknolojik devrim" söylemlerinin ve bu söylemlerin zeminini oluşturan sanal gerçekçilik, gözetleme ve savaş teknolojileri gibi olguların eleştirel bir incelemesi. Görüntü teknolojisinin, dayandığı toplumsal düzenden, politik gelişmelerden ve gündelik yaşantılardan boşaltılmasına, fetişleştirilmesine karşı çıkmak, tekno-kültürün üretim, yeniden üretim ve yaygınlaşma süreci büyüteç altına almak. Sanal gerçeklik, içinde yaşadığımız dünyanın kaçınılmaz politik ve kültürel gerçeklerinden biridir ama medya kuramcılarının da katkısıyla kurumsallaşan bu dünya alternatif bir söylem geliştirmek yerinde dijital imaj teknolojilerinin geliştirilmesine harcanan milyonlarca doların ardındaki asıl politik kaygı ve amaçları gözlerden gizlemeye yaramaktadır.

Diğer taraftan... Belleği, bireysel olmaktan çok kültürel bir yetenek olarak ele almak, yazıya ve kaydetmeye dayalı olmayan pratiklerin, gelenekler içinde nasıl kuşaktan kuşağa aktarıldığını açıklamaktadır. Kültürel bir beceri olarak bellek (toplumsal bellek) üzerine yapılan çalışmaların çoğu, yaşananların kayda geçirilmiş biçimiyle aktarılması üzerinde odaklaşır. Connerton ise bedene uyarlanmış, yani bedenle bütünleştirilmiş diye nitelediği pratikler üzerinde yoğunlaşmakta; günümüzde ağırlıkta olan yazınsal metinler konusunun, genelde toplumsal pratiklerin bir eğretilemesi olarak kabul edilebileceği görüşünü sorgulamaktadır. Geçmişin imgelerinin ve anımsanan bilgisinin, törensel uygulamalar kanalıyla aktarılıp sürdürüldüğünü, dolayısıyla uygulayımsal belleğin bedensel olduğunu ileri sürmektedir. Bedensel toplumsal bellek, toplumsal belleğin temel yönünü oluşturmasına karşın, konunun, günümüze dek son derece savsaklanmış bir yanıdır.

Toplumsal alanın bilinçdışı boyutu ve bilinçdışının toplumsal boyutu, toplumbilim kuramı içinde başından beri var olan ve yer yer bu kuramı belirleyen; ama yüzeye çıkarılıp kuramlaştırılmamış temalar. Geleneksel toplumbilim kuramına göre modern toplum asıl olarak rasyoneldir. İnsanlar "toplumsal sözleşme" ile bir araya gelmişler ve modern sanayinin akılcı işleyişi tarafından "son kertede" belirlenen toplumsal ilişkiler ağı içine girmişlerdir. Eğer durum buysa devrimler, ayaklanmalar, savaşlar, ekonomik krizler vb. nasıl açıklanmalı? Tutucu toplumbilimcilerin bu soruya verdiği yanıt genellikle davranışsal "sürü psikolojisi tezleri temelinde olacaktır. Öte yandan Marksist geleneğin başını çektiği eleştirel toplumbilim ise soruna, kapitalist sistemin vaat etmiş olduğu akılcı ekonomik ve toplumsal düzeni kuramamış olduğu teziyle yaklaşacaktır. Her iki yanıtın kökeninde de aslında "toplumsal"ın akılcı-bilinçli boyutu yanında bir de akıldışı, bilinçdışı bir boyutu olduğu varsayımı yatar. İşte modern toplumbilim kuramında adı anılmadan önemli bir yer tutan bu bilinçdışı boyutu ele almak ve kuramlaştırmak gerekiyor.

Yirminci yüzyılın en önemli düşünce geleneklerinden biri olan Frankfurt Okulu, eleştirel teoriyi radikal anlamda yeni bir bilgi biçimi olarak sunmuş ve bu bilginin bizleri gerçek veya doğru çıkarlarımız konusunda aydınlatacağını ve çoğu zaman farkında olmadığımız baskı biçimlerinden, zorlamalardan kurtaracağını savunmuştur. Faşizmin en güçlü olduğu dönemde bir direniş söylemi olarak geliştirilmiş olan eleştirel teori, totaliterlikle birlikte düşündüğü aydınlanma kavramının kendisini de sorunsallaştırmış, bu kavramın toplum bilimlerindeki yöntem sorunuyla ilişkisini ortaya çıkarmış ve dolayısıyla yöntem tartışmasına kalıcı bir siyasi içerik kazandırmıştır.

Ama bir yandan da Foucault gibi bazı kuramcılar bu terimi tamamen atmayı ya da onun yerine "söylem-iktidar ilişkisi"ni geçirmeyi öneriyorlar. Habermas, ideolojinin yerini "tekniğe" bıraktığını, geç kapitalizmin artık hiçbir söylemsel meşrulaştırıma ihtiyaç duymadan "kendi kendine" işlediğini iddia ediyor. "Sorun gerçekliğin yanlış temsili (ideoloji) değil, gerçeğin artık gerçek olmamasıdır" diyen ve toplumsal yaşamın ağır bir anlam kanaması geçirerek mevta olduğunu savunan Baudrillard, bu görüşün nihilist bir varyantını dile getiriyor.


06/11/1999 sbf-ankara / polemarch / kekeme papağana ne oldu? Devamı Haftaya

Hiç yorum yok: