24 Aralık 2007 Pazartesi


Platon'dan beri felsefe, hakikati gerçeklik yerine kavramlarda aramayı seçmiş; kavramlar dünyasının o tasarlanmış cazibesi karşısında, dünyevi olan daima yetersiz görülmüştür. Sonuç: kendi bedeninden, duygularından kaçmaya, arınmaya çalışan ve durmaksızın kavramların saf, renksiz, kokusuz, ideal güzelliğine erişmek için didinen modern insandır. Sartwell, Edepsizlik, Anarşi ve Gerçeklik'te felsefenin soyut, steril dünyasından, acıları ve kötülükleriyle hayatın çıplak gerçekliğine açıldığımızda nelerin olacağını gösteriyor bize. Alışık olmadığımız kişisel bir dille şenlik ve aşka; elbette nefret ve ölüme, kısaca hayata çağırıyor bizi, hem de üniversite kürsüsünden, felsefesinin sayfaları arasıdan...

Sartwell tezleri Nietzsche, Havel, Heidegger ve Bataille'ın görüşleriyle harmanlıyor; Amerikan yerlileri be Uzakdoğu'nun geleneklerine kulak veriyor. Ona göre, tüm ahlaki değerler olması gerekeni anlatır; olanın eksik var olduğunu söyler, gerçekliği inkar eder. İhlal ise yaşamaya 'evet' demektir. Çünkü yaşadığımızı günahlarımızla, suçlarımızla, korkularımızla, acılarımızla anlarız. Dünya erdem ve güzellik kadar sidik, bok ve nefretle birlikte vardır. Aşk kadar nefret de hayatın gerçeğidir; olduğu gibi olumlanmaya ve sonuna kadar yaşanmaya layıktır.

Sertwell edepsizliği savunuyor. Ona göre, her edepsiz söz ya da fiil bedeni çağrıştır. Oysa uygarlık adına beden men edilmiş, bastırılmıştır; doğal kokuları parfümlere boğulmuş, faaliyeti kapalı odalara haspsedilmiştir. 'Uygar insan' sınırlılığını inkar ederek, ölümünden, duygularından, kısacası kendinen utanan insana dönüşmüştür.

Hayatımızı böylesine 'kitleyen' araçlardan biri olan devlet ise hem yalan hem de yalancıdır. Gücün ve ölümün örgütlenmiş çetesidir. Devletin yasa ve kurumları gırtlağımıza dayanmış postalları gizlemek için incelikle işlenmiş göz bağlarıdır. Artık post-totaliyer sistemlerde temel çatışma ezen/ezilen arasında değildir. Tek tek her insan hem ezen hem de ezilendir; kişi 'sistemin hem kurbanı hem de payandası' olmuştur. İktidar tek tek herkesin içinden geçerek örülmüş, kişi kendisi tarafından ezilmeye başlamıştır...

Sartwell kavramlara ve ciddiyete saldırdığı bu provokatif kitabında bizi edepsizliğe ve oyuna yani hayata çağırıyor...

'Cehenneme Övgü'den ötesine geçmek isteyenlere...

(Arka Kapak)

dayanışma radikal bir durumun infazıdır....


dostluk,anlaşmayı aşar.anlaşmak arkadaşlığın yani öteki ile buluşmanın koşuludur yalnızca.arkadaş ile anlaşırsınız,beraber gülüyorsanız şanslısınız ama o kadar!...dostluk ise anlaşmakla yetinmez.tarafları teslim olmaya çağırırteslim olmak çıplak olmayı becermektir: ötekine kırılganlıklarını cesaretle gösterebilmek;ego'ndan vazgeçmek narsizminle baş etmektir.teslim olmayı beceremeyenler arkadaş kalırlar dost değil.arkadaşından dostluk isteyen,ona "güven bana" der ve bekler
abdülgaffar el hayati

bilindiği üzere hep kapitalizm kriz geçirecek değil ya bizlerde krizler geçiriyoruz sizofreniye varacak düzeyde krizler geçiriyor birde bakıyoruz ki büyük idalar ile çıktığımız yollarda küçük su birikintileri içinde boğulup durmaktan öteye geçemiyoruz ... peki bizleri bu korku sinsilesine salan gerçeklik ne?
-ailevi problemlerimizmi ?
-metayla kurduğumuz diyaloglarmı ?
-ilişkilerimizde yaşadığımız yada bir şekilde yaşatmaya mecbur kıldığımız deformasyonlarmı ?
-mademki bu hayatı yaşıyoruzda birazda olsa görsel güzelliklerden haz duyma girişimlerimiz mi?
... gibi bir çok soruyla karşı karşıya geliyoruz.peki ne yapabiliriz asıl soru bu aslında .Düşünsenize üretim ve dolaylı olarak tüketim ilişkileri bir şekilde sorunla ve çözümleriyle bizleri bombardıman etmekte ama bizler bunların büyük bir kısmına üretebildiğimiz çözümlere ve direnişlere rağmen kendi hayatlarımızda ufakta olsa bir isyan noktası gösteremiyoruz.ve zaman alıp başını gidiyor ..

tez elden bir kaç şeyin köşe taşlarını belirlememiz gerekiyor ...
özgürlük bunların en başında - özgürlük bizim için ne anlam ifade ediyor ?
özgürlük uzanımları nelerdir? gibi sorular bizlere birazda olsa ışık tutacaktır gibime geliyor.
özgurluk, insanin yalnizca kendi irade gücünü ortaya koymasi, onu gerçekleştirmesi değildir. özgürlük daha çok bizim başkalarının varlığını tasarlayabilme gücümüz, başkasını başkasi olarak kabul edebilme yeteneğimizdir.
Iris Murdoch
tabikide bu direniş ve protesto biçimin çıkışı yukarıdan inme bir şekilde gelişemez ister istemez tarihin tozlu yaprakları arasına başvurmak gerekiyor.

deneyimin ve tarihin ogrettigi sudur-halklar ve devletler tarihten hicbir sey ogrenmemis, ya da ondan cikarilmis ilkelere gore davranmamistir...dunya tarihi, ozgurluk bilincinin gelisiminden baska bir sey degildir.
G.W. Friedrich Hegel

demokrasi (yazıyı unuttuğumu sanmayın bir başladım dallandı budaklandı bir türlü toparlayamadım ama sizlere söz en kısa zamanda toparlamaya çalışacam yazıyı)
nedir bu uçsuz bucaksız tartışmadan çıkabilecek basitte olsa bir kaç yanıt?
aklıma michel foucoulttun bir lafı geldi"Modern büyük gözaltıdır." bence bunu biraz düşünmek hukuksal ilişkiler biçimine açık olmak gerekiyor. buda en tabikide risk almaktan geçtiğini unutmamak gerekiyor.

Devlet devrimle yikilabilecek bir sey degil, insanlar arasindaki iliski tarzidir. Devlet bu iliski tarziyla varolur, beslenir, guclenir, somurur ve oldurur. Devlet, otoriter ve hiyerarsik orgutlenmelerle iktidara talip olunarak degil, insanlar arasinda devletin keni yeniden uretmedigi yeni iliskiler, ozgurlukcu ve dayanismaci yeni bir "hayat tarzi" kurularak yikilabilir. Asil olan "iktidari almak" degil, gundelik hayat devrimleridir. Zira yasanacak hayatlarimiz vardir.
Abdulgaffar El-Hayati

mülkiyet ve otoriter durumları iyi tariflemektede fayda var? (en kısa zamanda bununlada ilgili bir yazı yazmak gerekliliğini düşünüyorum)
Yüceltmenin olduğu her yerde bir tahakküm gizlidir bunuda unutmamak gerekiyor?
Neden bu yazıyı yazmak istedim onu da anlamış değilim ama :) denemekten başka bir ihtimal gelmiyor umut içermek ve denemek emek dökerek denemek ... çok klasik bir sözle bitirmek gerekirse
Hep denedin. Hep yenildin. Olsun. Gene dene. Gene yenil. Daha iyi yenil.
Samuel Beckett

rage against the machine & outkast bombs over Bagdad

Zapatistalar: “Hava savaş kokuyor”

- - 23 Aralık 2007

Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu (EZLN) lideri Marcos, Meksika’nın güneydoğu dağlarında yaptığı açıklamada savaş kokusu aldıklarını belirterek, silahlı mücadelenin yeniden başlayabileceği uyarısında bulundu. Marcos, bir süre basına da konuşmayacağını bildirdi.

EZLN lideri Subcommandante Marcos bu kez Meksika’nın güneydoğu dağlarında konuştu. Zapata devrimi lideri Marcos, silahlı mücadelenin Chiapas’ta yeniden alevlenebileceği konusunda uyardı. San Cristobal de las Casas’da yapılan toplantıya birçok ünlü isim de katıldı.

John Berger, Naomi Klein, Immanuel Wallerstein, Brezilya MST’den Ricardo Gebrim ve 2006’da Oaxaca isyanının tanığı Meksikalı Gustavo Esteva da toplantıda yer aldı. Toplantıya katılamayan Noam Chomsky de bir mesaj gönderdi.

Silahlı barışın sonu mu?

Zapatistalar bir yıldır devletin suç ortaklığı yaptığı paramiliter grupların saldırılarına maruz kaldıklarını belirtiyorlar.

Marcos, “teorik mastürbasyon” olarak tanımladığı bazı iğneleyici ifadeler kullandıktan sonra sözlerini sertleştirerek, “EZLN bir ordudur. Kuşkusuz diğerlerinden çok farklı ama bir ordudur” dedi. Sonra, “oysa savaşın, tıpkı korku gibi, bir kokusu vardır ve biz topraklarımız üzerinde pis kokular almaya başladık” şeklinde konuşan Marcos, “en azından bir süre boyunca” medya karşısına da çıkmayacağını belirtti.

Zapatistaların basına kapalı olarak yeni stratejilerini belirlemesi gerekiyor. Marcos bir süre önce bir gazeteciye, bunun son mülakatı olabileceğini söylemişti.

Mali destek azalıyor

Marcos kendi saflarında Meksika soluna olan güvensizliğinden dolayı eleştiriliyor. Mart 2001’de Mexico’ya doğru görkemli Zapatista yürüyüşünde kendisine eşlik eden birçok aydın uzaklaştı. Bu izolasyonun sonucunda EZLN’nin uzun süredir aldığı finansal destek azaldı. Bu destek özellikle İtalya ağlarından geliyordu. Otonom belediyeler nezdinde de sesler yükselmeye başladı ve göç eden gençlerin sayısı giderek artıyor.

Marcos silahlı mücadeleye geri dönmeyi dışlıyor ancak saldırılar mutlaka cevap vereceklerini kaydediyor. Marcos’un dikkatleri 2010’a çekiyor, yani bağımsızlığın iki yüzüncü yılı ve Meksika devriminin yüzüncü yılına. Marcos, “zira en az yüzyılda bir Meksika halkı hayır diyor” dedi.

Mexico City ve Oaxaca düştükten sonra…

2006’nın yaz aylarında Meksika’da iki büyük halk hareketi patlak vermişti. Biri, başkanlık seçimlerine karıştırılan hile sonucu, sağcı Felipe Calderon karşısında kıl payı yenik düşen merkez-sol PRD taraftarlarının başkentteki sivil itaatsizlik eylemleriydi. Aylar boyu süren eylemlere yüz binlerce kişi katılmış, PRD’nin söylemi giderek radikalleşmiş ancak hareket başkentle sınırlı kalmıştı. Öğretmenler grevinin öncülüğünde gelişen kitle hareketinin Oaxaca’yı 6 ay boyunca sokaktan yönetecek Oaxaca Halk Meclisi’nin kuruluşuyla bir ikili iktidara dönüştüğü Oaxaca eyaletinde de devlet sokakların kontrolünü ancak aylar sonra büyük terörist operasyonlarla yeniden ele geçirebilecekti.

Bu süreçte EZLN liderliği Oaxaca ile örgütlü olmayan sembolik dayanışma eylemleri sergilerken, başkentteki hareketi dışlamıştı.

Yerel direniş dinamiklerinin birbirini destekleyen bir rotada ilerlemesinin önünde nesnel engeller olmakla birlikte EZLN’nin de parçalılığı aşma yönünde bir tavır sergilemekten kaçındığı bilinen bir gerçekti. Sonuç olarak Mexico City ve Oaxaca’nın düşüşünün ardından Meksika devletinin silahları Chipas’a da yöneldi.

Marcos’un bu son “alarm” ilanının ne ile sonuçlanacağı meçhul ancak Chiapaslıların ana eğilimi öyle ya da böyle bekleyiş durumunun değişmesi.

4 Aralık 2007 Salı

Va, Vis et Deviens (Go, See, and Become) - (Bir Şans Daha)

1984 yılında, açlık ve iç savaştan kaçan binlerce Etiyopyalı Yahudi, İsrail ve Amerika’nın ortak düzenlediği “Musa” kod adlı askeri bir operasyonla Sudan’dan İsrail’e götürüldü. Bir anne, bu karmaşanın tam ortasında, dokuz yaşındaki oğlunu uçağa ilerleyen kalabalığa doğru iter ve “git, yaşa ve öyle ol” der. Çocuk Yahudi değildir, ama İsrail’de, açlıktan kaçan bir Yahudi ve bir yetim olarak karşılanır. Yıllar geçtikçe Yahudi, İsrailli, evlatlık verildiği liberal görüşlü aile sayesinde Fransız kimliklerini edinir ama birçoklarının gözünde hâlâ sadece bir zencidir. Dini ve batı değerlerini öğrenirken ırkçılığı ve savaşı da öğrenir. Büyür, okulunu bitirir, ama sırrını kimseye söyleyemez, geride bıraktığı annesini bir gün bulma umudunu da asla kaybetmez. Aşık olurken bile aynı korkuyu yüreğinde hisseder: Ya yalancı olduğu ortaya çıkarsa?
bu filmi hatırlatan ve bir kaç kişi de olsa izleten hatta yorum bile yazan biladerim gorE adamına teşşekürü demokrasi adına bir mütevazilik olmasada borç bilirim.

kemikal biladerlerden yeni bir oluşum daha

bilidiği üzere yılmadan tek başına süren bu blog maceramızda azimle taşları delmeye devam ediyoruz. (demokrasi üzerine yazacağım yazı daha bitmedi sadece bir giriş yaptığımıda belirtmek isterim)

Dünya yuvarlak ve dönüyor belkide dünya dönüyor be berzan demek daha kolay olurdu :)
Amaç aslında bir şeyleri aktara bilmek değilmi acıyan yanlarımıza doğru bir yerlerimizi aktara bilmek. Kemikal biladerler bu amaçla bir çok ilki gerçekleştirmeye devam ediyor. paylaşımlarımızdan bir kaçı bağımsız olması temennisiyle
sianema
, agırçekim ve incelemenizde fayda duyacağımız(daha doğrusu duyacağım)Can Başkent