20 Ağustos 2008 Çarşamba

gözleri görmeyen idam mangasındaki adam karşısında ki celladına inatla - uzatın ellerimi aya dokunmak istiyorum

hayat belkide beklenmedik bir şekilde dokunuyor bizlere ama ve sonrası herşeyi çok güzel özetliyor bir çok tartışma alanı bir çok çözülmesi gereken konunun, bir çok müdahale edilmesi gereken alanını üzerine ve bir çok böylelikle uzuyor.... onbeş gündür bir kaç arkadaşla birlikte bilindiği gibi gökovadaydık güzelimsi tartışmalar geçirdik kırdık bir birimizi belkide yalanlar söyledik ama birlikteydik. neydi bizi birlikte tutan şeyler onları tartıştık, uygulayamayacağımız tutamayacağımız sözler verdik birlikte yalanda olsa tutamayacağımız sözlerde söylesek ama gerçekten nefes aldığımızı hissettik . ve inanıyorumki bu yaşama duygusu bizleri ve umutlarımızı olumlu bir ölüm noktasına götürmeye yetecek. bugün 100 . yazımızı yazmanın mutluğunu bile duymuyoruz .çünkü mutlu bile değiliz bu yaşadığımız duyguların bizlere ait olmadığın farkındayız bundan sonra çok farklı yazlılarla karşınıza geleceğiz. bu yazılar sizlere bizlere onlara yaralar açıcak içinizi acıtacak sorgunuzu geliştirecek insan olmanın hataların yalanların aşkların sevinçlerin postmodern aristokrasi ile açıklanamayacağınında farkındayız ....


bu yüzden farklı bir yol izlemenin ahlaki direniş sanatlarının oturulması taraftarıyız burdayız .. tartışmaya hazır ve aynı zamanda ölmeyede .... dedikya çok uzun bir tartışma oldu bizim için okumalar uzun sürdü...

bu uzun sürecin hiç kolay olmadığınında farkındayız .bize olan sorularınızla bize olan hınçlarınızla burdayız artık arkamızdan değil sadece suratımıza konuşmanızı rica ediyoruz. bunun için iletişim bilgilerimizi sizlere sunuyoruz.
kemikalbiladerler@gmail.com
Kundera'nın tüm yapıtları arasında en çok keyif ve zevkle yazmış olduğunu söylediği Gülünesi Aşklar'da yazarın daha sonraki romanlarında geliştireceği temaların çekirdeğini ve bu temaların işlenişindeki özgün ve yenilikçi anlatım tekniklerini bulmak mümkün. Yazılması on yıllık bir süreyi kapsayan bu kitabın, gerek içerik gerekse biçim açısından oldukça değişik bir öz taşıdığı söylenebilir. Cinsellik, erotizm ve Don Juan'lık kavramlarının temel bir eksen oluşturduğu tüm bu öykülerde, Kundera, o eşsiz kara mizahı ve ironisiyle, kişilerin kimlik sorunlarını, oyun gibi başlayıp birden ciddiye dönüşen cinsel yanılsamalarını, gerçekte trajik bir tutsaklıktan başka bir şey olamayacak erotik güç tutkularını işliyor. 'Cinsellik ve erotizm konusundaki saplantılar; poligam eğilimler ve onun yarattığı 'tüketim' ruhu; cinsel ilişkinin üzeri örtülü bir 'savaş' olduğu yaklaşımı; yaşlanma, ölüm ve çürüme fobisi. Ancak tüm sinizmine karşın, anlatımına yine o sevimli ironiyi ve sağlam gözlemciliğini büyük bir rahatlıkla yedirebiliyor. Sonuçta, katılıp katılmamak bir yana, asla gözardı edilemeyecek yargılarla yüklü ve etkileyici bir üsluba sahip öyküler, yeni duyarlılıklara kapı açıyor.' Burak Eldem / Çerçeve 'Kundera'nın öykülerinde erkekler 'erotik güç tutkusu'yla kadınları kovalar dururlar. Evli, bekâr, yaşlı, genç adamlar, sosyal sıkıntılara göğüs gerip, zaman yitimini, ekonomik sıkıntıları kabullenip kadınları tavlamaya kalkarlar. Kundera, onların bu maraton boyunca karşılaştıkları -evrensel sorunları- çok güzel yansıtır. Gülünesi Aşklar'da anlatım gücü estetik düzeyin yüceliği yanında bu evrensel olgunun başarıyla -ve mizahla- yansıtılması bahis konusudur ve Türkiye'de bile bu kadar çok basılıp satılmasının nedenleri arasında bu da yer alır.' Selçuk Erez / Cumhuriyet Dergi

2 Ağustos 2008 Cumartesi

Birazda Eskiler


1973-1975 yıllarında amerika'da banka soygunları, iki ölüm ve değişikşiddet olayları gerçekleştiren yaklaşık yirmi üyeli şehir eşkiyaları. kendilerini ''devrimci öncü birlik'' benzeri bir ifade ile tanımlamışlar, o yıllarda medya devlerinden birisinin kızı olan patty hearst'i kaçırmalarıyla da uluslararası bir üne ulaşmışlar.

grup, 1973 yılında bir hapishane kaçkını olan donald defreeze tarafından kurulmuş. defreeze, hapishane yıllarında, hapishanelerde gönüllü olarak eğitim veren ve radikal solcu bir grup olan venceremos organization ve zenci haklarını savunan black cultural association'ın görüşlerinden etkilenmiş. bu grupların görüşleri; regis debray, tupamarolar ve mao ideolojilerinin bir kombinasyonuymuş ancak hapisten kaçtıktan sonra onlara katılmak yerine daha sonra da sevgilisi olan patricia soltysik ile kuracakları örgüt ile ilgili planlar yapmaya başlamış.

kendilerini zenci hareketlerinin lideri olarak görselerde örgütün tek zenci üyesi defreeze'miş. örgütün sembolü olan yedi başlı hydraaynı zamanda kwanzaa'nın; birlik, özerklik, kollektif çalışma ve sorumluluk, ortak ekonomi, ortak amaç, yaratıcılık ve inanç olan yedi ilkesi anlamına geliyormuş. örgüt ilk başlarda silah elde etmek ve bu silahları kullanmayı öğrenmekle işe başlamış.

örgüt ilk cinayetini 1973 yılında ilk zenci okul müdürlerinden olan marcus foster'i öldürerek işlemiş. marcus foster okulun etrafındaki uyuşturucu satıcılarını okuldan uzak tutmak için öğrencilere kartlı bir okula giriş sistemi uygulaması getirmiş ancak örgüt bunu faşist bir yaklaşım olarak değerlendirip foster'ın asıl amacını bilmeden öldürmüş. bu cinayetten sonra örgütün iki üyesi tutuklanmış.

iki üyesinin tutuklanmasıyla, örgüt daha sansasyonel bir eylem yapmaya karar verip patty hearst'i kaçırmış.

bu olaydan sonra banka soygunları başlamış. 1974 yılında örgüt üyelerinin bir çoğunun birlikte kaldığı eve 400 kişilik bir polis ordusuyla baskın yapılmış. teslim olmayı kabul etmeyen örgüt üyeleri ile polis arasında çıkan şiddetli çatışmada (9000 mermi atılmış) evde yangın çıkmış. aralarında defreeze ve patricia soltysik'in de bulunduğu bir çok örgüt üyesi yanarak ölmüş.

örgütün geri kalan üyelerinin 1975 yılında gerçekleştirdikleri ve bir müşteriyi de öldürdükleri son banka soygunundan sonra yakalanmalar başlamış ve örgüt çökertilmiş. son üye 1999 yılında yakalanmış.

1 Ağustos 2008 Cuma

Bir yol hikayesi; “İki Çizgi”


Kısa film yönetmeni Selim Evci’nin ilk uzun metraj projesi “İki Çizgi”nin çalışmaları başladı.
Metropolde başlayan ve dramatik bir yol hikayesine dönüşen filmde, kadın ve erkeğin kendi çizgilerinde taşıdıkları farklı kimlikler üzerinde duruluyor.
Bir ilk film özelliği gösteren senaryoda, az oyuncu ve az mekan bulunuyor, bu doğrultuda tüm film bir kadın ve bir erkeğin ekseninde seyrediyor.
Filmin iki önemli karakterinin belirlenmesi için oyuncu provalarına devam edilen filmin İstanbul’da başlayacak çekimleri; Tekirdağ, Bozcaada, ve Bergama’da devam edecek.
Suha Arın’ın öğrencisi
Belgesel ustası Suha Arın’ın son dönem öğrencilerinden Selim Evci, şu an İFSAK Sinema Birim Sorumluluğu görevini sürdürüyor ve 4 yıl önce kurduğu IFSAK Selim Evci Kısa Film Atölyesi’nde 12 dönemdir eğitim veriyor. Öğrencilik yıllarında çektiği kısa filmlerle, ulusal ve uluslar arası festivallerde başarılar elde eden Selim Evci şu anda Akbank Kısa Film Festivali’nin koordinatörlüğünü yapıyo

28 Temmuz 2008 Pazartesi

huzursuz ölüler

"...katilin her zaman cinayet sahnesine döndüğü bilinir(...)katil,cinayet sahnesine dönmeyecekti,o cinayet sahnesiydi zaten.katil sistemdi.evet,sistem.bir cinayet olduğu zaman katili yukarıda aramak gerekir,aşağıda değil.kötülük sistem,kötüler de sistemin hizmetinde olanlardır(...)kötülük bir ilişki,ötekinin karşısında alınan konumdu.ayrıca,bir seçimdi.kötülük,kötüyü seçmekti.ötekinin karşısında kötü olmayı seçmekti.bu seçimi yaparak bir kırbaca dönüşmekti.ötekini kurbana dönüştürmekti."

zapatistaların eski lideri marcos ve {paco ignacio taibo ıı} nun beraber yazdıkları siyasi polisiye roman.kitabın ilginç serüveni,meksika'daki politikacıların alışageldik yaz çizmelerinin -gerçi bu tüm politikacıların ortak özelliği- gerçekleştiği bi dönemde buna canı sıkılan marcos'un,tarihçi ve yazar taibo'ya haber salarak beraber bi polisiye yazma teklifinde bulunmasıyla başlamış.

huzursuz ölüler;zapatistalara ihanet etmek dahil,devlet ajanlığı,işkence ve cinayet gibi biçok suçtan aranan varlığı meçhul morales'in izini sürerken yolları kesişen {ezln} soruşturma görevlisi elias ve taibo'nun meşhur dedektifi hector'un kötü ve kötülüğü bulmak için verdikleri mücadeleyi anlatıyor.marcos kendi bölümlerinde,zapatistaların ve yerli halkın dağlardaki günlük yaşamlarını,canavar dedikleri meksika'ya bakışını etkileyici ve keyifli bi dille anlatmış.sisteme,meksika'daki hükümet ve partilere de verip veriştirmeyi ihmal etmemiş tabii...taibo,yine bildiğimiz gibi,kendinden bekleneni fazlasıyla karşılamış.ilk defa siyasi bi liderle polisiye yazmak gibi güzel bi olaya öncülük etmesiyle,ona olan sevgimin tavan yaptığını da eklemeden geçemeyeceğim.

21 Temmuz 2008 Pazartesi

İnsanlık ve gelişim için linux kullanın (Tercihim ubuntu kullanımı)


insanlık ve gerçekten adaletli bir gelişim için gpl lisanslı uygulamalar kullanıp open source uygulamalarla çözümlere ulamak gerekiyor. yoksa birileri tekelleşmeyi aştı artık beynimize oynuyor.

Ubuntu, Zulu dilinde; "Ben, sen sen olduğun için, benim" demektir, aynı zamanda "başkalarına karşı merhametli, şefkatli, iyiliksever" olmak gibi insani değerlerin temel alındığı bir dünya görüşüdür. İnsanlık için Linux (Linux For Human Beings) sloganını kullanan Ubuntu, Debian'dan farklı olarak her 6 ayda bir yeni sürüm; her sürüm için de 18 ay destek sunmaktadır. Ayrıca 3 yıl Masaüstü ve 5 yıl Sunucu sistem desteği sunan ve belli sürelerde bir çıkarılan Uzun Süreli Destek (Long Term Support, LTS) sürümleri de mevcuttur. 8.04 (Hardy Heron) sürümü, Ubuntu'nun 6.06'dan sonra ikinci LTS sürümüdür.

Ubuntu projesinin amacı, her düzey kullanıcının rahat bir biçimde kullanabileceği, tamamen açık kaynaklı ve kararlı bir işletim sistemi oluşturmaktır. Bu bağlamda GNU/Linux hakkında hiç tecrübesi olmayan kişilerin başlaması için ideal bir seçimdir. Özellikleri itibarıyla acemi, tecrübeli ve uzman kitleye de hitap etmektedir.

Marx’tan Morales’e: Yerli Sosyalizmi ve Marksizm’in Latin Amerikalılaştırılması -John Riddell


Geçtiğimiz on yıl boyunca, Latin Amerika’daki yeni bir kitlesel mücadele dalgası, bu kıtanın devrimcileriyle emperyalist ülkelerdekiler arasında bir yüzleşmeye ön ayak olmuştur. Bu mücadelelerin birçoğunda, Evo Morales başkanlığındaki Bolivya’daki gibi, yerli halklar başı çekmekteler. Latin Amerikalı devrimciler, Marksizm’i eylemin yanı sıra teori alanında da zenginleştiriyorlar. Bu makale, düşüncelerinin bağlandığı yolları işaret eden ve Marksist felsefenin önemli ancak az bilinen yönlerine dikkat çeken giriş niteliğinde bazı yorumlar sunuyor.

Avrupa-merkezcilik

Latin Amerikalı devrimcilerden sıklıkla duyulan, Marksist teorinin büyük kısmının “Avrupa-merkezci” bir eğilim tarafından damgalandığına ilişkin eleştiri iyi bir başlangıç noktası olabilir. [Bu arkadaşlar] Avrupa-merkezciliği, Latin Amerikalı ulusların, sosyalist bir devrimin mümkün hale gelmesinden önce, Batı Avrupa toplumlarının gelişimini taklit etmek zorunda olduğuna dönük bir inanç olarak anlıyorlar. Avrupa-merkezcilik, toplumsal ilerleme için ve fiziksel üretimi arttırma ihtiyacı dolayısıyla, köylü ve yerli gerçekliklerini dışlamak ve yerli kültürünün çözülmesi doğrultusunda hareket edecek gibi görünen bir biçimde sanayileşmenin önceliği üzerinde vurgu yapılması olarak da anlaşılıyor [1].

Marx’ın “hiçbir toplumsal düzen, içinde bütün üretici güçlerin gelişmiş hale gelebileceği bir alan olmadan önce yok olmamıştır” şeklindeki meşhur açıklaması [2] bazı zamanlarda Marksizm içindeki Avrupa-merkezci eğilimin bir kanıtı olarak sunulmuştur. 1914 öncesi dönemin Marksist teorisyenleri Karl Kautsky ve Georgi Plekhanov, bu bakış açısının klasik temsilcileri olarak görülmüşlerdir. Latin Amerikalı yazar Pérez Hinojosa, “işçiler ancak kapitalist sitemin yüksek bir kalkınma seviyesine ulaştığı yerde yönetebilirler” diyerek Kautsky’nin bakış açısını yinelemiştir [3]. – yani henüz Latin Amerika’da değil.

Latin Amerika’daki öncü Marksistler 1917 öncesinde bu bakış açısını paylaştılar. Ancak Rus Devrimi’nden sonra, şu anda “Latin Amerika Marksizm’i” olarak adlandırılan yeni bir eğilim ortaya çıktı. Arjantinli teorisyen Néstor Kohan, bu eğilimin kurucusunu Perulu öncü komünist José Carlos Mariátegui olarak kabul eder. “Mariátegui”, der Kohan, “Avrupa-merkezci şemalara ve işçileri burjuvazinin çeşitli kesimlerinin peşine takmaya çalışan popülist çabalara karşıydı” ve “sosyalist mücadelelerin öncüsü olacak bir ‘İnka komünizmi”ni yeniden kurmaya canla başla sarılmıştı” [4].

Ulusal boyun eğdirme

Pérez Hinojosa ve Kohen’den her ikisi de, bugün Latin Amerikalı mücadelelerin, Mariátegui’nin zamanındaki gibi, anti-emperyalist ve sosyalist unsurları birleştirmesini doğal karşılamaktalar. Bu bakış açısı, emperyalist uluslar ile boyun eğdirilmiş halklar arasında bölünmüş bir dünyanın olduğu Lenin’in zamanındaki Komünist Enternasyonal tarafından geliştirilen tahlile bağlanır [5]. Bu çerçeve, yoksul ülkelerin kâğıt üzerinde bağımsızlığa sahip olduğu bir zamanda hâlâ geçerli midir? Anti-emperyalizmin mevcut Latin Amerikalı mücadelelerdeki merkezi rolü, eski Komünist Enternasyonal’in tahlilini doğrulayacak gibi görünüyor.

Pérez Hinojosa, Mariátegui’nin Peru gibi yarı-sömürge ülkelerde ulusal kapitalist kalkınmanın imkânsızlığının farkına vardığını söylüyor. Devrim “başından itibaren sosyalist olabilir” ancak ilki burjuva demokratik ve sonraki sosyalist devrimin görevlerini gerçekleştirecek “iki aşamadan geçebilir”. Üstelik, Perulu teorisyen “sosyalist devrimin, toplumsallaşmanın tarihi temeliyle birleşmesiyle belirginleşebileceğine” inanmaktadır: [bu tarihi temel] yerli topluluklar, ilkel tarım komünizminin yadigârlarıdır [6].

“Daha sonra”, diyor devamla Kohen, içinde Küba’dan Julio Antonio Mella, El Salvador’dan Farabundo Martí ve Nikaragua’dan Ruben Dario’nun bulunduğu “1920’lerin görkemli takımının yerine (…)” mekanik bir “Avrupa–merkezci” bakış açısına dönüş anlamına gelen “Stalin’in SSCB’deki vasat şemaları geçirildi” [7].

Bolivya’nın yerli isyan geleneğinin sağladığı avantajlı konumdan yazan Alvaro García Linera, ülkesindeki Marksizm’e yönelik Avrupa-merkezci gözlemleri bir bütün olarak, Stalinist ve Troçkist akımların her ikisi tarafından da ifade edilmesine dayandırıyor. [Linera], Marksizm’in “endüstriyel modernleşme ideolojisinin” ve “ulus devletin sağlamlaştırılmasının”, ülkenin ağırlıklı olarak köylü topluluklarının “aşağılanması” anlamına geldiğini belirtiyor [8].

Küba Devrimi

Kohen’in bakış açısına göre, “bürokratizm ve dogmatizm”in hükmü, “Küba Devrimi’nin ve Castro’yla Guevara’nın liderliğinin yükselişiyle” kırıldı [9]. Guevara’nın görüşleri, Latin Amerika devriminin doğası bakımından ekseriyetle Mariátegui’ninkilerle bağlantılıdır –Guevara’nın sözleriyle, “ya sosyalist bir devrim ya da devrimin bir karikatürü” [10]. Bu dava, Mariátegui tarafından da desteklenmiş olan devrimci dönüşümlerde bilincin ve liderliğin önceliğine dair inanca dayanmaktadır.

Guevara bu görüşe, Küba devletine ve Stalinistleşmiş Sovyet gerçekliğine dair analizlerinde de başvurdu. Guevara, zamanındaki Sovyet liderlerinin, maddi üretimin artmasının, çalışan nüfusun siyasi dışlanmasına, zarar görmesine ve baskı altına alınmasına rağmen sosyalizmi getirebileceği iddialarını şiddetle eleştirdi [11].

Marx’ın görüşleri

Kohen’e göre, Küba Devrimi’nin öncü rolü, Marx’ın daha az bilinen çalışmalarının yanı sıra “1920’lerin (kendiliğinden anti-emperyalist ve anti-kapitalist) devrimci Marksizm’ine yeniden hayat verdiği” 1970’lerde sürdü – hepsinden çok, sömürgeciliği ve çevre ve bağımlı toplumları incelediği geç dönem çalışmalarına. Bu yazılarda Marx, gençliğinin Avrupa-merkezci görüşlerini aşıyordu [12].

Kohen, geç-dönem Marx’ın anlayışını aşağıdaki gibi saptamakta:

Tarih, değişmeyen bir gelişim hattını takip etmez.

Batı Avrupa, tarihsel gelişim aşamalarını dünyanın geri kalanına doğru yayan biricik gelişim odağını temsil etmemektedir.

“Boyun eğdirilen halklar, emperyalizmin çizmesi altında kaldıkları sürece ‘ilerleme’yi tecrübe etmezler” [13].

Marx, son on yılının büyük kısmını Rusya ve Kuzey Amerika’daki yerli toplumlarının incelenmesine adadı. Onun bu sorunlar üzerine olan sınırlı sayıdaki yazısı, daha sonra o ülkedeki tarımın toplumsal temelini oluşturacak olan Rus köylü komününe, “mir”e odaklanmıştı.

Söz konusu Latin Amerikalı felsefe, olgun Marx’ın, kapitalizmin İrlanda gibi kolonyal toplumlarda yarattığı etki üzerine görüşlerine dayanmaktadır. [Bunlar] bizim başlıca Teodor Shanin’in “Geç dönem Marx ve Rus Yolu” eserinden bildiğimiz Marx’ın geç dönem yazıları ve araştırmasıyla da kesişmektedir [14]. Shanin’in kitabını, şu anda, bugünün Latin Amerikalı mücadeleleri üzerine bir yorum olarak yeniden okumak yararlı olabilir.

Rusya’nın köylü komünleri

Başını Plekhanov’un çektiği, Bolşevik Partisi’nin atası da olan Rus Marksist camiası, “mir”in, Rusya kapitalist kalkınmayla birlikte dönüştükçe kaybolmaya yazgılı olduğuna inanıyordu. Vera Zasulich’e 1881’de yazılan ancak 1924’e kadar yayınlanmamış olan bir mektupta [Plekhanov], “komün, Rusya’daki toplumsal yenilenme için dayanak noktasıdır” diyordu. Kapital’de ayrıntılı biçimde çizilen gelişim sürecinin “tarihsel kaçınılmazlığı”, diyordu [Plekhanov], “açıkça Batı Avrupa ülkeleriyle sınırlıdır” [15].

Marx’ın mektubunun, Shanin’in kitabında yer alan ön taslakları, Rusya’daki, komünün gelişen bir sosyalist ekonomiyle uyum içinde bir arada var olabileceği[ni savunan] devrimci popülist akım “Halkın Dostları”nın bakış açısıyla temel bir örtüşme gösteriyor [16].

Etnolojik Defterler

Bu taslaklar, Marx’ın o dönem süresince yerli toplumları üzerine yaptığı kapsamlı çalışmaları, az bilinen Etnolojik Defterleri’nde mevcut olan bir belgesini sağlıyordu [17]. Çıkardığı sonuçları Zasulich’e yazdığı bir mektubunun taslağında özetlenmiş halde buluyoruz: “ilkel toplulukların yaşam gücü Semitik, Yunan, Roma vs. toplumlarından ve daha ziyade modern kapitalist toplumlardan kıyaslanamaz biçimde daha fazla” [18].

Bu defterler üzerine yaptığı çalışmada, Christine Ward Gaily, böylesi arkaik yapıların sürdüğü yerde Marx’ın bunları temelde, özünde baskıcı olarak gördüğü “devletle bütünleşmiş kurumların nüfuz etmesine karşı direnişin bir kanıtı” olarak betimlediğini açıklıyor [19]. Bunun açık anlamı, hayatta kalmayı başaran böylesi arkaik [ilişkilerin] korunması ve geliştirilmesi gerektiğidir.

Lenin zamanının Marksistleri Marx’ın düşüncesindeki gelişimin farkında değillerdi. Nitekim Antonio Gramsci, Rus Ekim isyanının birkaç hafta sonrasında, “bu Karl Marx’ın Kapital’ine karşı yapılmış bir devrimdir. Rusya’da Marx’ın Kapital’i proletaryanın olduğundan çok burjuvazinin el kitabıydı” sözlerini yazabildi [20]. Yine de Marx’ın görüşlerine ilişkin sınırlı bilgilerine rağmen, Lenin, Luxemburg, Troçki, Buharin, Gramsci ve Lukács’nın devrimci nesli, sosyalist devrimin kapitalizmin tamamen olgunlaşmasını ve çökmesini beklemek zorunda olduğunu savunan Karl Kautsky ve savaş öncesi Sosyalist Enternasyonal’le kol kola girmiş “Avrupa-merkezci” bakış açısıyla mücadelelerinde Marx’ın devrimci duruşunu yeniden savundular.

Shanin, Marx’ın 1881’deki Rusya’ya dönük yaklaşımını, Latin Amerika devriminin ikinci özgünlüğüyle bağlantılandırdığı bir yolla genelleştirir. “Bilimsel sosyalizmin en saf biçimleri (…) sürekli biçimde siyasi zayıflık gösterir” iddiasında bulunur. “Olması gereken, toplumun sosyalistler tarafından içten üretilen ve siyasi yönden etkili devrimci dönüşümüne dair bütün bilinen sorunlarının altında yatan, Marksizm’in yerli [yurtiçi] siyasi geleneklerle bütünleşmesidir” [21].

Elimizde, büyük yerli liderleriyle Bolívar, Martí ve Sandino’nun figürleriyle bağlantılı sömürgecilik karşıtı mücadele geleneğiyle birlikte sosyalizm için eylemde ortaklaşmaya yaptığı güçlü vurguyla Latin Amerika devrimci deneyimiyle ikinci bir bağlantı yolu daha mevcut. Geleneklerin böylesi kaynaşması, Latin Amerika Marksizm’inin eşsiz bir gücü olarak ortaya çıkar.

Mariátegui bu felsefeyi çok bilinen bir pasajda yakalar: “Bizler Amerika’daki sosyalizmin bir kopya ya da taklit olmasını arzu etmeyiz. Kahramanca bir yaratılış olmalı. Kendi gerçekliğimizi ve kendi dilimiz dâhilinde yansıtan bir Yerli-Amerikan sosyalizmine hayat vermek zorundayız [22].

Marx’ın mir’in potansiyeline ilişkin görüşü, 1917 Ekim Devrimi’nin ertesinde, pratikte gerçekleşti. Mir, on yıllar boyunca zayıflamıştı ve 1917 itibariyle köylülerin yarısının toprakları özel mülkiyetin elindeydi. Ancak 1917-18 muazzam tarım reformunda köylüler, mir’e tekrar hayat verdiler ve onu köylü tarımının temel birimi olarak benimsediler. Bir sonraki on yıl boyunca, köylü komünleri, sosyalist bir ekonominin kaynaklarıyla yapısal olarak bir arada var oldu. 1927 itibariyle, Stalinist zorla kolektifleştirmenin başlamasından önce, köylü topraklarının %95’i çoktan komünal mülkiyete geçmişti [23].

Burada mevcut Latin Amerika deneyimiyle çifte paralellik söz konusu. İlki, Bolşeviklerin köylülükle ittifakı, işçi sınıfının, emek güçlerini tam anlamıyla işverene satan sömürülen üreticilerin geniş koalisyonundaki yerinin çoğu zaman azınlıkta olduğu Latin Amerika ülkelerine uygundur. İkincisi, ilkel komünizmin, komünal toprak sahipliğinin de dâhil olduğu yadigarları, kıta çapındaki yerli mücadelelerinin önemli bir etkeni durumundadır.

Ulusal kurtuluş

Üçüncü bir benzerlik, Bolşeviklerin, Çarcı Rus iskân sömürgeciliği tarafından kurban edilmiş ve haklarından mahrum bırakılmış Doğu’nun azınlık halklarına yönelik uyguladığı pratikte bulunabilir. Oldukça sık biçimde, Bolşeviklerin ulusal sorun üzerine politikasına yönelik tartışmalar, 1917 Devrimi sırasında ve sonrasında Bolşevik politikanın gelişimini yadsıyarak, ancak Stalin ve Lenin’in 1913-1916 arasında yazdıklarıyla sınırlı kalıyor.

Özellikle:

Sonraki Bolşevikler kendilerini Stalin tarafından 1913’te ortaya atılan uluslaşma kriteriyle sınırlamadılar [24]. 1917 devrimi zamanında belirgin bir ulusları ya da uyrukları olmayan mazlum halk için kendi kaderini tayin hakkını savundular ve uyguladılar. Kendi kaderini tayin hakkının, sadece ayrılma vasıtasıyla ifade edilebileceğine dair görüşün ötesine geçtiler. Bunun yerine, kendi kaderini tayin hakkını, çeşitli federasyon yapılarıyla hayata geçirmeyi kabul ettiler. Kendi kaderini tayin hakkını her zaman bölgesel olmayan bir tarzda uyguladılar. Azınlık halklarının ulusal kültürlerine yönelik tutumları, tarafsız değildi. Bunun yerine, siyasi ve devlet kaynaklarının önemli kısmını, bu kültürlerin gelişimini planlamaya ve teşvik etmeye adadılar [25]. Bütün bu noktalar üzerinde, Bolşevik deneyim, şu anda Bolivya’da ve diğer Latin Amerika ülkelerinde uygulanmakta olan yerli halklara yönelik devrimci politikalara sıkı sıkıya uymuştur.

Ekoloji ve materyalizm

Son olarak, ekoloji üzerine birkaç söz. Dünyanın yaşadığı ekolojik kriz üzerine en cesur hükümet açıklamaları Küba, Bolivya ve Latin Amerika’daki diğer anti-emperyalist hükümetler tarafından dillendiriliyor [26]. Yerli mücadelelerinin etkisi burada hissediliyor. Bolivya devlet başkanı Evo Morales, “tarih tarafından, bizi doğayı ve yaşamı savunmak için verilen mücadelenin öncü kuvvetlerine dönüştürmeye davet edilmiş” yerli halkların öncü rolüne dikkat çekiyor [27].

Bu iddia, birçok yerli hareketinin ekolojiye, doğaları gereği devrimci bir yaklaşım sergilemelerine dayanıyor. Birinci Dünya ekolojik tartışmalarının çoğu, doğal yaşama karşı kendiliğinden yıkıcı olan kapitalist ekonomik sistemin mümkün olduğunca korunmasını hedeflemek suretiyle, karbon ticareti, vergilendirme ve maliyet gibi teknik aygıtlara ve pazar eğilimlerine odaklanıyor. Yerli hareketi ise, bunun tersine, bazen “Toprak Ana’yı Özgürleştirin” sloganında da ifade edildiği gibi, insanoğlunun doğal çevremizle yeni tür bir ilişkisi talebiyle işe başlıyor [28].

Bu hareketler taleplerini sıklıkla, alışık olmadığımız atalara dayanan-ruhani-bilgece bir terminolojiyi kullanarak ifade ederler –ancak bu sözcüklerin arkasında, materyalizmin bir çeşidi olarak görülebilecek bir dünya görüşü yatar. “Fetih-öncesi And toplumu”, diyor Perulu yerli lideri Rosalía Paiva, “her biri bütünün bir parçasıydı ve hepsi toprağın. Toprak asla bize ait olamaz çünkü biz onun oğulları ve kızlarıyız ve biz toprağa aitiz” [29].

Bolivyalı yerli yazar Marcelo Saavedra Vargas, “materyalizmi reddeden kapitalist toplumdur. Madde dünyası üzerinde savaşır ve onu imha eder. Biz ise, diğer taraftan, madde dünyasına sarılırız, kendimiz onun parçası olarak görür ve ona göz kulak oluruz” [30].

Bu yaklaşım, John Bellamy Foster tarafından “Marx’ın Ekolojisi”nde sunulan Marx’ın düşüncesini andırır. “Toprak Ana’yı Özgürleştirin”i “metabolik çatlağı kapatın”a eşdeğer olarak yorumlamak, her yönden uygundur [31].

Hugo Chávez, Venezüella’da 21. Yüzyıl Sosyalizmi’nin sadece Marksizm’e değil Bolivarcılık’a, Yerli Sosyalizmi’ne ve Hıristiyan devrimci geleneklerine de dayanacağını söylüyor [32]. Latin Amerika Marksizm’inin, Shanin’in yerli devrimci gelenekleri olarak adlandırdığı bu yolla birlikte kenetlenme kapasitesi, canlılığın ve umudunun bir işaretidir.

Perulu Marksist ve yerli lideri Hugo Blanco tarafından anlatılan bir hikâyeyle bitireceğim. Topluluğunun üyelerinden biri, Cuzco yakınındaki bir Quechua köyüne doğru, birkaç İsveçli turiste rehberlik ediyormuş. Yerli topluluğunun kolektivist ruhundan etkilenen bir turist, “bu komünizm gibi bir şey” demiş. “Hayır” diye yanıtlamış rehber, “Komünizm bunun gibi bir şey” [33].

Notlar:

[1] Links International Journal of Socialist Renewal’ın içinde “Alvaro García Linera, Indianismo and Marxism” (Richard Fidler tarafından İngilizce’ye çevrilmiştir),. David Bedford, Canadian Journal of Native Studies’in içinde “Marxism and the Aboriginal Question: The Tragedy of Progress,”, vol. 14, no. 1 (1994), 102-103. Hugo Blanco Galdos, yazara mektup, December 17, 2007.

[2] Karl Marx, “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı”, Karl Marx, Frederick Engels, Seçme Çalışmalar, Moscow: Progress Publishers, 1969, vol. 1, p. 504.

[3] Gustavo Pérez Hinojosa, “La heterodoxia marxista de Mariátegui.” Rebelión, October 30, 2007.

[4] Néstor Kohan, “El marxismo latinoamericano y la crítica del eurocentrismo,” in Con sangre en las venas, Mexico: Ocean Sur, 2007, pp. 10, 11.

[5] Bkz, örneğin, V.I. Lenin’in Komünist Enternasyonal’in 2.Kongresi’ne Ulusal ve Sömürge Sorunları üzerine raporu, Seçilmiş Çalışmalar içinde, Moscow: Progress Publishers, 1969, vol. 31, pp. 240-41; ve müteakip kongre tartışmaları ve kararları, John Riddell’in editörlüğündeki, Workers of the World and Oppressed Peoples, Unite!’ın içinde, New York: Pathfinder Press, 1991, vol. 1, pp. 216-290.

[6] Hinojosa, “Mariátegui.”

[7] Kohen, “Eurocentrismo,” p. 10.

[8] García Linera, “Indianismo.”

[9] Kohen, “Eurocentrismo,” p. 10.

[10] Ernesto Che Guevara, Che Guevara Reader içinde “Message to the Tricontinental”, Melbourne: Ocean Press, 2003, p. 354.

[11] Bkz, örneğin, Ernesto Che Guevara, Apuntes críticos a la Economía Política, Melbourne: Ocean Press, 2006, pp. 9-20’nin içinde “Algunas reflexiones sobre la transición socialista,”– Aynı zamanda Bkz: Che Guevara’s Final Verdict on the Soviet Economy

[12] Kohan, “Eurocentrismo,” pp. 10-11.

[13] Ibid., p. 11

[14] Teodor Shanin, ed., Late Marx and the Russian Road: Marx and the “Peripheries of Capitalism,” New York: Monthly Review Press, 1983.

[15] Shanin, Late Marx, p. 124.

[16] Ibid., p. 12, 102-103.

[17] Lawrence Krader, ed., The Ethnological Notebooks of Karl Marx, Assen, NE: Van Gorcum, 1972.

[18] Karl Marx, Frederick Engels, Seçilmiş Çalışmalar, Moscow: Progress Publishers, 1989, vol. 24, pp. 358-59.

[19] Christine Ward Gailey, “Community, State and Questions of Social Evolution in Marx’s Ethnological Notebooks,” in Anthropologica, vol. 45 (2003), pp. 47-48.

[20] Antonio Gramsci, “The Revolution against Das Kapital”

[21] Shanin, Late Marx, p. 255.

[22] Marc Becker, “Mariátegui, the Comintern, and the Indigenous Question in Latin America,” in Science & Society, vol. 70 (2006), no. 4, p. 469, quoting from José Carlos Mariátegui, “Anniversario y Balance” (1928).

[23] Moshe Lewin, Russian Peasants and Soviet Power, New York: W.W. Norton, 1968, p. 85.

[24] J.V. Stalin, “Marksizm ve Ulusal Sorun”, Moscow: FLPH, 1954, vol. 2, p. 307.

[25] See Jeremy Smith, The Bolsheviks and the National Question, 1917-23, New York: St. Martin’s Press, 1999; John Riddell, “The Russian Revolution and National Freedom.” Socialist Voice, November 1, 2006.

[26] Bkz, örneğin, Evo Morales, Felipe Perez Roque, “Bolivia and Cuba Address the UN: Radical Action Needed Now to Stop Global Warming.” Socialist Voice, September 26, 2007.

[27] Ibid.

[28] York Üniversitesi’nde Kuzey Cauca (Kolombiya) Yerli Konseyleri Derneği’nden Vilma Amendra tarafından yapılan bir sunumdan, 11 Ocak 2008.

[29] Address to Bolivia Rising meeting in Toronto, April 5, 2008.

[30] Marcelo Saavedra Vargas ile röportaj, April 21, 2008.

[31] John Bellamy Foster, Marx’ın Ekolojisi: Materyalizm ve Doğa, New York: Monthly Review Press, 2000.

[32] Bkz, örneğin, Chávez’in 15 Aralık 2006 verdiği demeç, “Chávez Calls for United Socialist Party of Venezuela” yazısında özetlenmiş, Socialist Voice, 11 Ocak 2007.

[33] Toronto’da Blanco’nun gayrı resmi bir topluluğa sunduğu yorumlar, 16 Eylül 2008.

* Bu makale Riddell’in 26 Nisan 2008 tarihinde, Toronto’da bulunan York Üniversitesi’nde gerçekleşen Tarihsel Materyalizm konferansında yaptığı konuşmaya dayanmaktadır.

* John Riddell: Socialist Voice dergisi editör yardımcısı ve dokümanlar, demeçler, bildiriler ve açıklamalardan oluşan altı ciltlik “Lenin’in Zamanında Komünist Enternasyonal” eserinin editörü.

18 Haziran 2008

.....herkesin dediği ya öl ya ol vardır ama kimse bilmez ölmekle,var olmanın aynı anlama geldiğini.


iyiydi.... tolstoy ve ölüm manifestosu iyiydi . ................ iyi ve acı. bazen hayat sürükler a.q beni hep sürüklemiştir zaten . iyi ve mutlu olduğunu bilmek biraz da olsa huzur veriyor . sana sinirim geçmedi sakın cevap yazma.

Cemal Şanın üçlemeleri bitmek üzere Alinin 8 günü bir kaç gün sonra aramızda



bilindiği üzere yönetmen cemal şan zeynebin sekiz günü diyerek başladığı üçlemede alinin sekiz günü bitmek üzere sonrasında ise dilberin sekiz gününü çekmeye başlayacak olan cemal şan izlemeye değer bir film bırakmış insanlık tarihine ... bu arada güzel gelişmeler oldu ... la orta campana katıldım tüm karanlıklara ragmen kendimi hissettiğim anlardan biriydi ... çok güzel diyaloglar geçti(yalan utanç ve maske ). en yakın zamanda izlenimlerimi ve tartışma başlıklarını sizlere aktaracak bir yazı yazacağımı belirtecerek istiharatime çekilecem. :) çok yoruldum bildiğiniz gibi değil bu bir aylık yokluğumda bir kaçtanede yazı koyan godiş ve insan değil o insan olamaz olan insan ... vb insan merinosa bin selam ederek eve geldimi belirtirim ... :) haberiniz olsun.

16 Temmuz 2008 Çarşamba

bir dost ve bir mail atmış

Geceyi dinliyorum ve aslında kendi anlamsızlığımda bir anlam bulmaya çalışıyorum..dar bir sokakta koşuyorum arkamdan geliyor çığlık çığlığa bağırıyor kurtulamıyorum kanının üstünde bıçağın yansımasını görmek istiyorum..ıssız çam ormanlarında işlenen ruh cinayetleri gibi..ıslak sokaklarda yürüyorum..o pencerede hala onu görmek istiyorum..loş apartman merdivenlerinden çıkıp sonsuzluğa gitmek..saçmasapan aşk şarkıları dinleyip onu düşünmek..hangi kliniklerde yatmalıyım bu bağımlılık için ama umrumda da değil..ben Fuzuli değilim ki..placebo dinleyip farklı bir şehirde gezmek..yüksek dozda boşluk hissi istiyorum..güneşin son ışıklarının pencerelere vurduğunu görüp boşluk hissini tatmak kusursuz olma isteğinden kurtulup kendimin de kusurlu olduğunu görebilmek..yıllar önce gördüğüm ıssız kumsaldaki adamı bulup “güneş artık yakmıyor istesem de ve bu radyoda niye iyi bir şeyler çalmıyor” diyebilmek istiyorum ona..kayalıklara kadar koşmak dikenleri unutup hala bir yerlerde iyi insanlar olabileceğini düşünmek istiyorum..eve gelince bambaşka bir şehirde olduğumu hatırlayıp “ben yıldızları izlemeliyim bu gece” deyip sözümü tutmayacağımı biliyorum..adanın ara sokaklarında dört dönüp birilerine onca güzel yer varken trafonun önünde fotoğraf çekilmek istediğimi söyleyeceğim yine ve benimle dalga geçilecek defalarca olduğu gibi ama eve giderken radyoda sadece one of a kind çalacak..

5 Temmuz 2008 Cumartesi

Asi Ruh


Çeşitli badirelerin, sayısız hüzünlerin ve nice sevinçlerin dışa vurumudur bu film.

Aslında bu film, bir hayatın yollara nasıl aktığının bir belgeselidir de...

Gönül isterdi ki şampiyonlukla kucaklaşılmış bir senede bacak bacak üstüne ataraktan "inanın çocuklar başardık" şarkılarını söyleyerekten ve de şöyle 32 dişimizle gülerekten bir fotoğraf karesinde olalım.

Lakin, çok sakin bir şekilde söyleyelim ki; Beşiktaş Camiası'nı o fotoğraf karesinde buluşturmak istemeyen güçler var.

Amatör ruh, profesyonel düşünce içinde hazırlanmış bu filmde belki birşeyler hissedeceksiniz.

Kıpır kıpır olan yanınıza kulak verin. Çünkü o yanınız size mutlu bir fotoğraf karesinin adresini söyleyecektir.

Beşiktaş'ı yaşamak, Çarşı'yı hissetmek, tutkunlarına bir peri masalı gibidir.

Dinleyenlerine bir zamk gibi yapışan bu aşk yaşayanlarına neler eylemektedir?

Hiç düşündünüz mü?

Devamlı sırtında kamburla dolaşan, ama negatif ama pozitif mutlaka eleştirilen, her daim içine çomak sokulan, dudak dudağa bile hayalken, göz göze sevişmelerine bile ferman çıkartılan bu coğrafyayı...

Hiç düşündünüz mü?

Bağırıyorken de, bağırmıyorken de her şekilde her dönemde para alıyorlar düye suçlanan, seviyesiz muhabbetlerin odak noktası bu haritanın ızdıraplarını hiç düşündünüz mü?

Ve siz "karşı" olmak ne demektir bilir misiniz?

Düşünün bakalım.

Tam 1,5 saatiniz var.


Mahallenin hep kötü çocuğuyduk.

Hep içimizden, gönlümüzden birşeyler katmaya çalıştık.

Ama yalnızca çalıştık.

Zaman denilen amansız girdapla hep dalga geçtik.

Zamanın tümünü Beşiktaş'la geçiren bu kitlenin ne yaptığını "zaman" bile anlayamazdı eminiz.

İyi, kötü, güzel, çirkin, farklı, ayrıcalıklı, hit ve hep bir numara birçok imzamız oldu.

Her şeyi Beşiktaş için yaptığımıza kalıbımızı basardık.

Hala da basarız.

Lakin bunları yaparken,
galiba
sanırım
zannediyorum
ve hissediyorum ki zarar veriyormuşuz.

Şanlı, şerefli camiamızı rahatsız etmeye başladığımızı hissettik sanki. Biz fazlaysak, biz birilerinin adamıysak, biz Beşiktaş'sız bir hayat yaşamaya başlamışsak ve biz zarar veriyorsak hemen gidebilirdik.

Herşey Beşiktaş için değil miydi?

Aslında herşey geçen sene "satılmış Çarşı" diye bağırıldığında başladı.

Yazık kere yazıktı. Tam bırakıyorduk ki...

24 Saat Beşiktaş'ı yaşarken Beşiktaşsızlık nasıl bir duyguydu ki?

Ve biz nereye gidiyorduk?

Dedik ki zamansız ayrılıkları sevmiyoruz, uygun zamanını bulalım öyle terkedelim diyarı.

Ama baktık ki; hakaret almış başını gidiyor ve dayanılmaz bir ızdırap var içimizde ve biz kimin hakaret ettiğini bile göremiyoruz, masket takmış bir sürü insan atıp tutuyor...

Sessizce ve kimsesizce ayrılmak geçti içimizden, hem bu limandan, hem bu can evimizden.

Bu kararı verirken kaburgamızın tam ortasına saplanan bir hain hançeri sizle paylaşmak istiyorum:

"Çarşı Beşiktaş'ın üstüne geçti"

İşte bu halüsülasyon ve sınırı belli olmayan dedikodulardan dolayı...

Beşiktaş neresiydi, Çarşı kimdi? Bu ne yaman çelişkiydi ki...

Şanlı Beşiktaş olmasa Çarşı olurmuydu ki?

Neyse...

İnşallah geriye bayrağı göklerde, şerefi yedi düvelde bir tribün bırakıyoruz. Dinlenmek ve yapılacakları görmek bizim de hakkımız sanırım.

Hakkımız geçtiyse size hakkınızı helal edin.

Biz bizimkileri sizlere helal ediyoruz.


ÇARŞI

adına Alen Markaryan

bir parça izlemek için

3 Temmuz 2008 Perşembe

tuz günleri

bize yapılanları gördüm , hepsini
kır hayvanı okşayıp isteğe uzandık
kırk yıl ayrı koydular kadın ile erkeği
bize bir harf öğreteni kırk yıl içinde hayattan kovdular
öğüt ,tütsü ve fal tutuşturdular elimize
cinayetimizi çaldı onlar nesebi gayrı sahih
sevgiylr,oysa ne güzel yenilmiştik
öğrenmekteydik tam acının kudretiyle
sabit kalemlerle silinir kan
insan yok etmeye yazgılıdır ve varlık
bu şiddetle sınanır , işte şöyle
ormanımıız yakarlar , hayvanlarımız yaralanır
kalbimiz kırılır soldukça çok yıllık ölümü
ırmağımızı ateşe salar semender tıynetan-ı aşk
gül yanlış kokarsa , yakaya tuz takılır.

orhan alkaya tuz günleri

Duyuru: Provokasyon Bildirisi - EZLN

Geleceğin İyi Yönetimi Konseyine Giden Yol’dan (Junta de Buen Gobierno El Camino del Futuro)

La Garrucha, Chiapas, Meksika

Meksika ve Dünya halkına, Dünyada ve Meksika’da Öteki Kampanya’daki yoldaşlara, ulusal ve uluslararası haber yayma araçlarına, insan hakları savunucularına, dürüst hükümet-dışı örgütlere.

Geleceğin İyi Yönetimi Konseyine Giden Yol, aşağıdaki bildiriyi ilan eder:

1. Güneydoğu saatiyle sabah saat 09:00’da askeri muhafızlar ve kamu güvenliği polisi, belediye güçleri ve adli polisçe, iki büyük tır ve üç kamyon asker, 2 kamyon kamu güvenliği polisi, ayaklanmalarda kullanılan tanklar ve bir kamyon dolusu adli gücünden oluşan bir konvoy görüldü.

2. Topu topu 200 kadar provokatör vardı.

3. Garrucha kentine girmeden önce, kentin yaklaşık 30 metre kıyısındaki Caracol karargâhlarında, konvoydaki 3 kamyon durdu ve kamyondan bizim kolektif mısır tarlamıza giden yolu kullanarak Garrucha kentinini arkasına doğru geçmek üzere 4 asker indi. Halk konvoyu uzaklaştırmak niyetiyle harekete geçti ve organize oldu. Askerler derhal kamyonlarına geri döndüler ve yol boyunca devam ettiler. Bu öndekiler insanları korkutuyorlardı, onlar öteki provokatörleri beklerken fotoğraf çekiyorlar ve görüntü alıyorlardı.

4. Patiwitz’den askerlerin konuşlandığı bölgeye ulaştıklarında, başka bir provokasyonu gerçekleştirmekle uğraşmayı sürdüren bir diğer askeri konvoy onlara katıldı.

5. Chapuyil olarak bilinen Rancho Alegre topluluğuna ulaştılar.

6. Kamyonlarından indiler ve bölge halkını tarlalarında marihuana yetiştirmekle suçlayarak bütün halkın Zapatista destek üssünden olduğu Hermenegildo Galeana kentine doğru yöneldiler.

7. Garrucha Zapatista bölgesindeki, otonom yönetimler de dahil olmak üzere bütün halk, böyle tarlaların var olmadığı gerçeğinin şahididir. Zapatistalar burada kendi mısır tarlalarında ve muz plantasyonlarında çalışırlar. Onlar özgürlük, adalet ve demokrasi için mücadele etme ve her türlü provokasyona direnme amacındalar.

8. 100 civarında asker, 10 kamu güvenliği polisi ve 4 askeri yetkili Galeana kentine yöneldi. Zapturaptçılar, tepedeki arazilerde tanınmamak ve insanların kafasını karıştırmak için yüzlerini boyamışlardı. Bir süre yolda yürüdüler ve şehir yolundaki tepelere gittiler.

9. Federal Konvoy Ocosingo belediye polisinden Feliciano Román Ruiz adıyla bilinen bir adam tarafından yönlendiriliyordu.

10. Genç, yaşlı, kadın, erkek tüm Galeana yöre halkı, karşılarına ne çıkarsa çıksın, kendilerini askerleri püskürtmek için organize etmişlerdi.

11. Askerlerle yolun ortasında karşılaştılar ve hararetli bir tartışma başladı. Genç, yaşlı, kadın, erkek tüm Zapatistalar onlara açıkça “Geldiğiniz yere gidin, burada size ihtiyacımız yok, biz özgürlük, barış ve demokrasi istiyoruz, askerleri değil” diye haykırdılar.

12. Askerler “Buraya geldik çünkü burada marihuana olduğunu biliyoruz ve her koşulda biz bunu engelleyeceğiz” dediler. Bundan sonra insanlar ellerine pala, kürek, taş, sapan, halat ne geçirirlerse kullandılar ve onları püskürttüler.

13. Askerler “Peki, bu seferlik daha fazla ileri gitmiyoruz ama iki hafta içinde döneceğiz ve ne olursa olsun oraya gireceğiz” dediler.

14. Onları 40 asker ve 10 polisten oluşan 9 araçlık bir konvoyun beklediği San Alejandro adlı başka bir Zapatista destek üssünün yolunu tuttular.

15. Yollarına giderlerken, kentin tek besin kaynağı olan mısır tarlaları tahrip ettiler.

16. Zapatista kenti San Alejandro’da 60 acımasız ajan bir çatışma için hazır halde konuşlanmışlardı.

17. İnsanlar yine harekete geçtiler ve federal güçleri püskürtmek için ellerinde ne varsa onu kullandılar.

18. Toniná, Patiwitz ve San Quintín’den gelen askerler de çatışmaya katıldılar.

19. Meksika ve Dünyanın tüm insanları, bilmenizi isteriz ki;

Her çeşit baskıcı gücün köpeklerini üzerimize salan Başkan Felipe Calderón, Vali Juan Sabines ve Ocosingo belediye başkanı Carlos Leonel Solórzano tarafından provoke edilen yeni bir çatışmanın gerçekleşmesi an meselesidir. Bizler uyuşturucu tüccarı değiliz. Biliyorsunuz ki bizler Dünyanın ve Meksika’nın kız ve erkek kardeşleriyiz. Onların biz Zapatistalar için geldikleri ortada. Kötü yönetimin bu üç unsuru bizim için geliyor ve biz “toprağımız için yaşıyoruz ve özgürlük için ölürüz” sloganımızda da söylendiği gibi her ne şekilde olursa olsun direnmeye hazırız.

20. Meksika ve Dünya halkı, bizim mücadelemizin barışçıl olan politik bir mücadele olduğunu biliyorsunuz. “Lacandon Ormanı’ndan Altıncı Bildiri”de dendiği üzere Öteki Kampanya barışçıl ve politik bir mücadeledir. Sadece şiddet provokasyonunun nereden geldiğine bir bakın.

21. Öteki Kampanya’nın Meksika ve diğer ülkelerdeki yoldaşları, tetikte olmanızı istiyoruz çünkü askerler iki hafta içinde yeniden geleceklerini ilan söylediler. Biz savaş istemiyoruz. Biz adil ve saygın bir barış istiyoruz. Ancak bizimle çatışmak amacıyla Zapatista destek üslerinin yerleşim bölgelerine geldiklerinde, kendimizi savunmaktan, onlara direnmekten ve onları püskürtmekten başka bir seçeneğe sahip değiliz.

22. Size bütün anlatabileceğimiz, provokasyonun nerden geldiğine bakmanız ve görmeniz. Sizleri neler olduğundan haberdar ediyoruz, umarız ki tam zamanında.

Tüm söylememiz gereken bu.

Saygılarımızla.

4 Haziran 2008

La Junta de Buen Gobierno / İyi Yönetim Konseyi
Elena Gordillo Clara Claribel Pérez López
Freddy Rodríguez López Rolando Ruiz Hernández


rosa luxemburg dediği gibi "parti kitlelere kendi eylemini anlata bilmeli"


23 Haziran 2008 Pazartesi

Okuma




Rahip, öğretmen, okul müdürü, Shakespare ve Bacon uzmanı, dilbilim ve teoloji alanlarında ellinin
üzerinde kitabın yazarı Edwin A. Abbot'ın en "tanınmış" yapıtı Düzülke Türkçe'de! Üstelik kısa,
neşeli, bir ayağı matematiğe bir ayağı toplumsal eleştiriye basan, az rastlanır türden bir yapıt
olan bu öncü - klasik, Ian Stewart'ın sunuşu, kapsamlı açıklamaları ve kitabın sonuna eklediği
"matematikte Dördüncü Boyut" başlıklı yazısıyla zenginleşmiş olarak karşımızda:
Açıklamalı Düzülke.Akıllı geometrik şekillerin, karelerin, üçgenlerin, beşgenlerin,
çemberlerin yaşadığı bir düzlemde geçen bir macerayı anlatan Düzülke, bilimkurgunun öncüsü
yapıtlardan biri. Boyut, düzlem, uzay, çok boyutluluk gibi kavramlar üzerine zihin açıcı ve
düşündürücü bir öykü. Öykünün anlatıcısı Bir Kare önce bize ikiboyutlu ülkesini tanıtıyor;
sonra birlikte Çizgiülke ve Noktaülke'yi ziyaret ediyor, Uzayülke'de bir üst boyutu anlamaya
çalışmanın güçlüklerini tadıyor ve daha yüksek boyutlar üzerine kafa yoruyoruz.
Bunun yanı sıra, modern çağın temellerinin atıldığı bir dönem olan Victoria çağının İngiliz toplumuna
ilişkin kaygılarının bir izdüşümünü Düzülke'de bulmak mümkün:
Kadın haklarından, dar kafalı tutuculuğa, sınıfsal ayrımlaşma ve ayrıcılıklardan,
farklılıklara tahammülsüzlüğe kadar pek çok konu, kimi zaman acımasız bir ironiyle ele alınıyor.
Yaşayan en saygın popüler bilim yazarlarından olan matematik profesörü Ian Stewart'ın
özgün metne düştüğü notlar ise yalnızca metnin yaslandığı matematiksel kavramları açıklamakla
kalmıyor, okurun Düzüle'yi daha geniş, daha kapsayıcı bir bakış açısıyla ele almasının da yolunu
açıyor: Abbott'ın Victoria çağına ilişkin sayısız göndermesini açıklayıp, yaşamı ve entellektüel
çevresiyle ilgili bilgiler veriyor; H. G. Wells'den, Karl Marx'a, Victoria çağı ispritizmacılarından,
İslam matematikçilerine kadar pek çok farklı konu ve figüre değiniyor; ve en önemlisi de, matematiğin
ve fiziğin çok boyutluluk kavramına ulaşana dek geçirdiği aşamaları gözler önüne seriyor.
Açıklamalı Düzülke, bir yandan matematiksel düşüncenin gündelik düşünüşün uzağında, bir yandan kendine
özgü bir biçimde işleyişini ütün açıklığıyla ortaya koyan, bir yandan da matematikle diğer disiplinler
arasındaki ilişkiyi derleyip toparlayan bir yapıt.Stewart'ın notları zaten bir klasik olan ve ilk basımından
beri kitapçılardan eksik olmayan bu yapıta eğlendirici ve öğretici bir katkı sağlamış.
Hem Abbot hayranlarının hem de Abbott'la yeni taşınacak olanların edinmesi gereken basım işte bu.
Gregory McNamee, Publishers Weekly





Bir sabah, yıllardır görmediğiniz bir arkadaşınızı düşünerek uyandınız. Bir saat sonra, onunla sokakta karşılaştınız. Sizce bu sadece bir tesadüf mü, yoksa çok daha farklı bir anlamı olabilir mi? Siz hiç Loto’da büyük ikramiyeyi kazanmadınız. Ama birileri kazanıyor. Hem de sürekli! Onlar sizden daha mı şanslılar?
Şans nedir gerçekten? İçinizde bütün parayı kırmızıya yatırmanız gerektiğini söyleyen bir his var. Bu his bir öngörü müdür? Yoksa daha fazlası mı?
Yolda gidiyorsunuz. Kafanızı çevirip yandaki küçük parkta baktınız ve bir anda bu anı daha önce de yaşamış olduğunuzu hissettiniz. Evet, Deja Vu. Sizce nedir Deja Vu; Geçmiş mi, rüya mi yoksa geleceği mi görüyorsunuz?

20 Haziran 2008 Cuma

i remember of the two song ...



Can't see the meaning of this life I'm leading
I try to forget you as you forgot me
This time there is nothing left for you to take, this
is goodbye

Summer is miles and miles away
And no one would ask me to stay

And I should contemplate this change
To ease the pain
And I should step out of the rain
turn away

Close to ending it all, I am drifting through the
stages
Of the rapture born within this loss
Thoughts of death inside, tear me apart from the core
of my soul

At times the dark's fading slowly
But it never sustains
Would someone watch over me
In my time of need


When all is withered and torn
And all has perished and fallen
These great wooden doors shall remain closed. . .

When the heart is a grave filled with blood
And the soul is a cold and haunted shall of lost hope
When the voice of pride has been silenced
And dignity’s fires are but cinders
. . .their grandeur shall remain untainted

It is this grandeur that protects the spirit within
From the plight of this broken world, from the wounds in her song
I wish to die with my will and spirit intact
The will that inspired me to write these words
Seek not the fallen to unlock these wooden doors






Dostlarım artık savaşı kaybettik .. vakit artık siperlerimize dönüp tekrar kazmanın vaktidir.

Uzun zaman bıraktık yine aramıza..... sinirlerimizi bozduk . anti depresan ve işlerin dışında zend framework ve pascallın olasılık teorilerinin arasından çıkamadık bir türlü demokrasi ile ilgili olan yazımızı biraz daha geliştirdik ama yine bitiremedik malum konu biraz uzun tarihsel bir araştırmada isteyince baya bir genişledi ..dini kitaplardaki yorumlarına baktık ... kendisi ile demokrasi arasında bir başlıkta karar kıldık... bir insanın kendisi ile demokrasi arasında bağ kurmanın yollarını aradık yine darlandık ama az kaldı gerçekten az kaldı hayat ne kadar olumsuz giderse gitsin hayat ne kadar yoğun yorucu ve korku dolu olursa olsun en kısa zamanda (yazıları toparlaya bilirsek ) demokrasi ile ilgili yazımızı yayınlayacağız.

ve bu yüzden charles bukowski nin bir şiirine yer verdik

Baş Rahibenin Irzına Geçmek

İnsanın kağıt üstünde
kıçını açması
kimilerinin ödünü patlatır
ve patlatmalıdır da:
yazdıkça
kendilerine
"eleştirmen"
sıfatını yakıştıranlara karşı
gardın düşer.
kaçıkların harbi tuhaflıklarını
kendilerine yapılmış
hakaret sayarlar.
şiirin gizemli
munis ve
neredeyse anlaşılmaz
olmasını yeğlerler.
yüzyıllardır bozulmadı
oyunları.
züppelerin ve
sahtekarların mabedi oldu
bu şiir.
mabedin karıştırılmasını
baş rahibenin ırzına geçilmesi ile
bir tutarlar.

ayrıca, karılarını,
arabalarını,
sevgililerini,
ve üniversitedeki işlerini
kaybetmeleri de
demektir.

akademisyenlerin korkması için
neden çok
ve kalleşçe savaşmadan
ölmeyecekleri kesin

ama biz çoktandır
hazırız

ara sokaklardan geliyoruz,
barlardan,
cezaevlerinden,

onların şiiri nasıl yazdıkları
bizi ilgilendirmiyor

ama farklı sesler,
yaratmanın
ve yaşamanın farklı yolları olduğunda
ısrarlıyız

ve sesimizi duyurmak,
duyurmak,
duyurmak
niyetindeyiz

yüzyıllardır süre gelen bu
muharebede.

geldik
ve
kalıcıyız,
böyle
biline.

charles bukowski
alıntı

13 Mayıs 2008 Salı

Akıllı köylü, büyük efendinin karşısında yerlere kadar eğilir; ama sessizce osurur

"Akıllı köylü , büyük efendisinin karşısında yerlere kadar eğilir ; ama sessizce osturur." Etiyopya ata sözü birazda olsa beni kendime getirdi bu sıralar . Okumaya ve para hırsıyla büyüyen ruhumun kollarına kaptırmışken kendimi duygusallığımın ve kaybetmenin ardı arkası kesilmeyeyen yalanların arkasında yatan önemli ve beni kendime getiren sabretmemi sağlayan bir ata sözü ...hocalarımın üstatlarımın zorla okuttuğu j.c scott 'un Tahakküm ve Direniş sanatlarında yazan bir ata sözü. devamında ise hiç unutmadığım bir kaç cümlesiyle aklımda çalkalanıyor bir kaç aydır. Ezen de ezdiğiyle yüzleşmez doğrudan .Kişisel iktidar ilişkilerinde , aslında hiçbir iktidar ilişkisinde 'yüz' yoktur.Ancak karşı tarafın sizi izlemediğinden emin olduğunuz anlarda çıkardağınız maskeler vardır. diye devam eden bir kitap ...

En kısa zamanda yazılarımıza eski tad ve neşesiyle devam edicez .Bu sıralar okumaya ve içmeye daldık kusurumuza bakmayın .

8 Şubat 2008 Cuma

bayadır beklediğim bir film Bana Söz Ver


Bana Söz Ver

Yönetmen:Emir Kusturica
A.K.A:Promets-moi : , France () Promise Me This : , International (English title)
Ülke: Serbia, France,
Tür: Drama
File size: 700 mb dvdrip
IMDB Puan : 6.6
Language: serbian (Turkce altyazılı)

Oyuncular:
Uros Milovanovic, Tsane
Marija Petronijevic, Jasna
Miki Manojlovic, Gazda
Aleksandar Bercek, Deda
Ljiljana Blagojevic, Uciteljica Bosa
Stribor Kusturica, Topuz
Vladan Milojevic, Runjo
Kosanka Djekic, Jasnina majka
Obrad Djurovic, Kum
Momcilo Muric, Bajov poslovni partner

Tsane, dedesi ve inekleri Cvetka ile bir tepede yaşamaktadır. Bir gün dedesi ölmek üzere olduğunu söyler, Tsane’a Cvetka’yı satması için söz verdirir. Tsane, eline geçen parayla kutsal bir heykelcik alacak ve en önemlisi eve bir gelin ile dönecektir. Tsane, ilk sözünü yerine getirir, fakat dedesi ölmeden bir eş bulabilecek midir? Tam bu sırada, okula her zamanki gibi geç kalan Jasna ile karşılaşır.

Kusturica'nın renkli ve tempolu filmlerinden bir yenisi olan Bana Söz Ver, eğlenceli, komik, romantik ve şiirsel bir hikaye

uzun zamandır yoğunluktan yeni fırsat bulduk desek yeridir

ev yaşantımızın son bulması daha doğrusu becerememiz (bazen hayatta böyle şeyler oluyor deyip geçmek isterdik ama gerek kemikal biladerim gerekse ben böyle bir şeye mecbur edilmenin ve tahakküm altına girmenin ızdırabını kendimize artık dert edinmiyoruz bir şeylerin düzelmesi temenisiyle:)) biraz da olsa siteyle olan alakamı dağıtmıştı ama bir işe başlamak ve sürdürmek üzerine olan inadım devam etmenin olumlu bir karar olduğu noktasın kendimle hem fikire vardım . hiç değilse yazılı bir belge olarak kalabiliyor olması önemli bir nokta tabikide. neyse bundan sonra eski sıklığında yazıları yazılarımızı aratmayarak ve her konu hakkında yazacağımı bildirmek istiyorum

6 Ocak 2008 Pazar

Durito'yla Söyleşiler: Neoliberalizm ve Zapatistaların Öyküleri


Yürümenin, daha doğrusu yaşamanın büyük doğruları yoktur, hesapladığında oldukça küçük olduklarını görürsün. Gece, biz güne ulaşmak için yürüdüğümüzde gelir. Yalnızca yakın hedeflere bakarsak, kısa mesafeler kat ederiz. Çok uzaklara bakarsak da çok sendeleriz, yolumuzu kaybederiz.' Koca Antonio dinlenirken soruyorum: 'Uzağa ve de yakına bakmayı nasıl öğreneceğiz? '

Koca Antonio sigarasını ve sesini tazeliyor. 'Konuşarak ve dinleyerek. Yakında olanlarla konuşarak ve onları dinleyerek. Uzakta olanlarla konuşarak ve onları dinleyerek.' Koca Antonio elini tekrar yıldıza doğru uzatiyor. Eline bakıp 'Hayal ederken yukarıdaki yıldızı görmelisin, savaşırkense yıldızı işaret eden eli. Hayat budur. Bakışını sürekli olarak kaldırıp indirmektir...' diyor.


Roman, hakikatin kendisi gibi, hepimizin bildiği ve hepimizin başına gelen tarih gibi, durulmak ya da kendini izah etmek arzusu olmaksızın dans eden ve bir yerden ötekine sıçrayan parantezler, gizli tehlikeler, dönencelerle doludur.
--Paco Ignacio Taibo II

Héctor Belascoarán Shayne'i tanıyor musunuz? Baba tarafından Bask, anne tarafından İrlandalı. ABD'den yüksek lisanslı bir mühendis. Daha doğrusu, eski mühendis. Zira 1970'lerin başında dolgun bir maaşı, iyi bir evi, bir de eşi varken, zor olsa da, sezgisel olarak kendini huzursuz eden bu hayatı, bildiği tek hayatı, geride bırakmış. Özel, kendi tabiriyle, bağımsız dedektif olarak yeni bir hayata başlamış. Hem de böyle bir mesleğin daha önce hiç işitilmediği, fakat her şeyin mümkün kabul edildiği bir ülkede. Meksika'da. Nadir bir şahsiyet, anlayacağınız. Babası İspanya İç Savaşı'nda Cumhuriyetçilerin safında savaşmış. Erkek kardeşi sosyalist bir sendikacı. Ofisini bir tesisatçı, bir döşemeci ve kanalizasyon uzmanı genç bir mühendisle paylaşıyor. İyi bir plak koleksiyonu var. Sigaraya ve gazoza düşkün. Tanıştığımızda sene 1977'ydi. Belascoarán Shayne Mexico City kadar parçalanmıştı. Terk ettiği orta sınıf hayatı hafızasında henüz çok tazeydi. Gönlü yaralıydı, atkuyruklu sevgilisi kendinden uzakta, Avrupa'daydı. Annesini yeni kaybetmişti. Hükümetin gazoz fiyatlarına sürekli yaptığı zamdan şikâyetçiydi. Yalnızlıktan mustaripti. Ve sadece 31 yaşındaydı.

Polisiye severler, Meksikalı eylemci, tarihçi ve yazar Paco Ignacio Taibo II'nin meşhur kahramanından bahsettiğimi anlamış olmalı. Türkiyeli okur, kendisiyle tanışma fırsatını 2000'li yılların başında yakaladı. Fakat Belascoarán Shayne polisiyeleri ne yazık ki kronolojik olarak çevrilmedi Türkçeye. Altı kitaplık dizinin önce üçüncüsü yayımlandı. 1980'lerin başında geçen Mutlu Son Yoktur'da (Everest, 2002) Belascoarán Shayne tek gözünü hâlihazırda kaybetmişti. Sağlam kalan gözü ülkesindeki siyasi pisliklerin faillerinin peşinde koşarken iyice kararmıştı ve bu durum hayatına mal olacaktı. Bunu dizinin ikinci kitabı izledi. Havada Bulut (Agora Kitaplığı, 2003), Belascoarán Shayne'i delik deşik olmuş bedenine yağmur yağarken terk eden okuru şaşırtmış olmalı. Gerçi insan dizinin dördüncü kitabında da şaşırmadan edemiyor. Aynı Şehre Dönüş (Everest, 2005), tek cümlelik bir özdeyişle başlar: "Her diriliş seni daha da yalnız kılacak." Ve Belascoarán Shayne biricik aşkına sorar: "Kaç defa öldün?.. Ben öldüm. Birçok kez." Bu diriliş için Taibo II'nin bir özrü yoktur, ama kısaca bir açıklama yapar. Belascoarán Shayne'i hayata döndüren büyünün, Meksika'nın dirilişlerle dolu kültürel geleneğinin bir parçası olduğunu söyler. Belascoarán Shayne, 1980'lerin sonuna doğru dirilmiş, kendisini Cardenas muhalefetini bastırmaya çalışan Kurumsal Devrimci Parti adamlarının, arkeoloji kaçakçılarının, CIA ajanlarının içinde bulmuştur. Daha doğrusu, Nikaragua'da çevrilecek pis bir iş için, Meksika'da uyuşturucu karşılığında silah takası yapacak, vaktiyle Che Guevara'nın ellerini kesmiş olduğu söylenen bir ajanın peşinde!

An Easy Thing (Kolay İş), gözünü budaktan sakınmayan, sosyalizan, bir miktar müstehzi, hayli nihilist ve aşırı derecede kaderci kahramanımızın ilk macerası. Dizinin diğer kitapları gibi bir özdeyişle başlıyor. Mayakovski'den. "Bu hayatta, ölmek kolay iş. Yaşamak çok daha zordur." An Easy Thing'de tarih Şubat 1977'dir. Belascoarán Shayne aynı anda üç iş teklifini birden kabul eder. Eski porno, yeni pembe dizi yıldızı bir aktris, başı dertte olan kızı için kiralar dedektifimizi. Genç kız annesine derdini anlatmamaktadır. Grev tehdidi altındaki bir firmanın patronu, fabrikada ölü bulunan eşcinsel bir mühendis vakasıyla gelir. Patron, Meksika polisinin cinayeti kolayca grev hazırlığındaki sendikaya ihale edebileceğini açıkça kabul etmekte, fakat her nedense gerçek failin bulunmasını istemektedir. 50'li yaşlarda bir Meksikalı ise kendisine bir hikâyeyle gelir. Tarih kitaplarına göre 1919'da, Chinameca'daki bir plantasyonda ölümle son bulan, buna rağmen toplumsal hafıza sicillerinde devam etmiş bir hikâye... Müşterisi, Meksika Devrimi'nin efsanevi lideri Emiliano Zapata'nın hayatta olduğunu düşünmekte, Belascoarán Shayne'den artık 97 yaşında olması gereken Zapata'yı bulmasını istemektedir. Tüm bunlar yetmezmiş gibi, annelerinin ölümüyle üç kardeşe babalarından kalma bir vasiyet olduğu ortaya çıkar. Belascoarán Shayne, babasının her zaman evin bahçesinde gazete okurken gördükleri, sakin ve huzurlu adam olmadığını büyük bir şaşkınlıkla öğrenecektir. Üstelik vasiyet, işçi sınıfı adına İspanya'daki rejimle savaşan sendikalara ödenmesi gereken bir borçla ilgili yeni bir vaka daha yıkacaktır dedektifimizin omuzlarına.

Taibo II, dedektifimizin çözmeye çalıştığı vakalar çerçevesinde, her zaman yaptığını yapıyor ve bize kurumları artık iyice yozlaşmış Meksika Devrimi'nin 20. yüzyıl sonundaki sıra dışı hikâyesini anlatıyor. Sıradan insanların, işçilerin, seyyar satıcıların, lokanta işleten kadınların; daha kalburüstü olanların, bir aktrisin, kendisini geceleri radyodan insanlara umut dağıtmaya adamış bir dj'in, mühendislerin hayatlarına giriyor, Mexico City sokaklarında dolaşıyorsunuz. Bununla da kalmıyor. Güney Amerika'daki özgürlük mücadelesini, 2. Dünya Savaşı'ndaki direnişi, hayatlarını İspanya'daki faşistlerle savaşmaya adamış insanların hikâyelerini okuyorsunuz. Kısa sürede Türkçeye de çevrilmesini umalım

An Easy Thing, 1977'de yayımlanmış Cosa facil'in 1990'da yapılmış İngilizce çevirisi. 2005 baskısının iki özelliği var: Bu Britanya'da yayımlanan ilk Taibo II romanı. Taibo II'nin diğer tüm İngilizce çevirileri ABD'de yayımlanmıştı. Fakat daha ilginci, kitabın yayıncısı. Friction Books, Britanya'da muhteşem George olarak anılan Respect milletvekili solcu George Galloway'in The Daily Telegraph'a, kendi tabiriyle burjuvaziye, açtığı tazminat davasından kazanılmış parayla finanse edilen bir yayınevi. An Easy Thing ilk kitapları. Sırada diğer Taibo II'ler var. Bunların en çok merak uyandıranı, yakında Türkiye'de de yayımlanacak olan Muertos Incómodos (Münasebetsiz Ölüm). Altıncı Belascoarán Shayne polisiyesinin de bir özelliği var. Kitap çift imzalı. Hikâyenin ana kahramanlarından biri El Sup. Yani kitabın fikir babası ve ilk yazarı, adını Zapatista ayaklanmasıyla duyduğumuz Subcomandante Marcos'un ta kendisi! Zapatistalar adına on yılı aşkın bir süredir yayımlanan bildiriler, kendi imzasını taşıyan geleneksel hikâyeler ve çocuk kitapları sayesinde, Subcomandante'nin edebi mahareti hakkında kayda değer bir bilgimiz vardı zaten.

Taibo II, 1994'teki ayaklanmanın ilk günlerinde Zapatistaları, "Zümrüdüanka diriliyor" diye selamlamıştı:

Ülke 1994'e bir ayaklanmayla giriyor ve isyankârlar haricinde hiç kimse ne olduğunu anlamıyor. Kendilerine Zapatista diyorlar. Tarih kendini tekrar eder. Meksika'da her zaman tekrar eder. Taş devrinden kalma Marksistler tarihin kendini fars olarak tekrar ettiğini tekrarlamaktan asla usanmazlar ama bunun meseleyle bir alakası yok. Tarih kendini öç almak için tekrar eder. Meksika'da geçmiş seyahat eder, sürer, aramızda dolanır. Zapata temel imgedir: inatçılık, kısa süren fakat satılmamış bir rüya. [...] San Cristóbal'ı aldıklarında, Zapatistalar belediye arşivini, mali kayıtları, tapu senetlerini yaktılar. Tarihi arşivin yöneticisi onlarla pazarlık yaptı: "Arşivi yakmayacaksınız. Oradaki evrak bu şehrin kökeninin tarihini anlatıyor. 17. yüzyıl köylü isyanlarının ve Tzeltal ayaklanmasının tarihi var orada." Zapatista heyeti toplandı. Sadece arşivi yakmaktan vazgeçmediler, başına bir de nöbetçi diktiler. (Taibo 1994)

Taibo II, bundan tam on yıl sonra aldığı bir mektubun kendisi çok şaşırttığını anlatacaktır. Mektup Subcomandante Marcos'tandır ve kendisine ortak bir polisiye yazmayı teklif etmektedir. Bu tarihi fırsatı geri çevirmez Taibo II. Marcos'un yazdığı ilk bölüm geçen sene Aralık ayının başında La Jornada'da yayımlandı. Taibo II sonraki hafta sonu ikinci bölümü yazdı ve devamı geldi. Anlatılan siyasi iktidarın suiistimalidir. Aksi lakaplı Zapatista dedektifi Elias Contreras ile belki de gelmiş geçmiş en politik dedektif Belascoarán Shayne'in yolları, namlı mücrim Morales'in peşinde Mexico City'de kesişecektir.

İspanyolca bilip Türkçe çeviriyi bekleyemeyecek kadar sabırsız olanlar için geçtiğimiz bahar yayımlanan kitabı satın almak şart değil. Polisiyemizin güzel resimlerle bezenmiş 12 kısım tekmiline birden tefrika edildiği La Jornada'nın Web sitesinden erişilebilir.
http://www.jornada.unam.mx/incomodo/incomodo.php

Gene bir an evvel Türkçeye çevrilmesini umarak Belascoarán Shayne dizisinin beşinci kitabının adını da verelim: Suenos de frontera (1990); İngilizce çevirisi, Frontera Dreams (2002). Polisiye düşkünlerine, Güney Amerika ve toplumsal mücadeleler tarihi meraklılarına ve ders olsun diye, edebi bir tür olarak polisiyeyi hakir görenlere de bir tavsiyem olacak. Geçen sene yayımlanmış bir araştırma: Küba'da ve Meksika'da Polisiye Roman (Braham 2004). Héctor Belascoarán Shayne, daha önce de araştırmalara konu olmuştu. Ama bu kitabın içinde kendisine ayrılmış koca bir bölüm var.

İyi okumalar.

PIT II ile kısa (mutlu) bir konuşma

Yazmaya ne zaman ve nasıl başladınız?

Harfleri biraraya getirmeyi ilk öğrendiğimde, mantığımı kullanmaya başladığım ilk an. O zamandan bu yana yazmak benim alınyazım oldu. On bir yaşında bir dergi yayımlama yolunda ilerliyordum, on üçünde ilk kısa hikayemi yazdım. On beş yaşımdan beri gazeteciyim, beşimden beri meraklı bir okur ve ilk romanımı 20 yaşımda tamamlamayı becerdim, bereket versin hiçbir zaman yayımlanmadı. Bu saplantının, kendisi de bir yazar olan büyük amcam ve dünyadaki en iyi mesleğin ip cambazlığı ya da itfaiyecilik değil (bunlar şüphesiz en iyi ikinciler), yazarlık olduğunu düşünen gazeteci, romancı ve eleştirmen babam Paco Ignacio Taibo tarafından beslenen aile geleneğinin bir parçası olduğunu zannederim. Ben beş yaşımdayken babam çalıştığı gazeteden eve gece yarısı döner, gidip yatmak yerine yemek masanının üstüne gazete ve havlu serip üstüne de Olivetti daktilosunu kordu. Sonra da evdekileri uyandırmamak için olabildiğince az ses çıkararak romanını yazardı. Şafak sökene dek yazardı. Sessizce yataktan kaçar, masanın altına kıvrılırdım. Babamın tanıklık etmemi gerektiren çok önemli bir iş yaptığından emindim. Hayatımın ilk yıllarında bir Olivetti'nin ninnileriyle uyudum.

Ne tür bir teknik, nasıl bir program izliyorsunuz? Size ilham veren, kötü ruhları kovan bir tılsımınız var mı?

Gün boyu, her saatte yazarım. Müzikle çalışmaya meylim var -- ne kadar ritmik olursa, o kadar iyi. Richard Wagner ve Carlos Santana örneğin. Tek tılsımın iş değiştirmek. Doymak bilmez bir yazarım. Hemen şu an üç romana başlamış olabilirim, diğer üçünün notlarla taslağı çıkarılmıştır, 1920'lerin Meksikalı anarşistleri üzerine tarihsel bir makale, bir de çizgi-roman senaryosu. Birinden diğerine geçerim. Bir projede bir yere varamadığımı anladığım an onu terkeder, bir diğerine başlarım. Tıkandığım anlar vardır, o an geldiğinde karşı koymam, seyahat ederim ve kendimi orda burda amme yararına projelere yardım etmeye adarım.

Héctor Belascoarán Shayne ile ilk karşılaşmanız nasıl gerçekleşti? Fiziksel görünümünü ve entelektüel niteliklerini neye borçlu?

Héctor Belascoarán Shayne eleme sonucu doğdu ve fiziksel görünümünü çeşitli şeylere borçlu. Köksüz, orta sınıfın bir mültecisi, çılgınca meraklı, inatçı, yoldaşı Meksikalılara karşı mizahi duygularla yüklü ve bir parça melankolik. Aslında, fiziki görünümünü 15 yıl öncesinin modasını takip eden antropolog bir arkadaşıma, Sergio Perello'ya borçlu. Belascoarán Shayne 15 yıl geriden gelerek Belascoarán Shayne oldu. Romanlar boyunca aldığı yara berelerin de fiziksel görünümünü belirlediğini eklemeliyim: kaybedilmiş bir göz, hafif bir aksaklık, kemiklerini gıcırdatan rutubetin dehşeti.

Karakteri Sherlock Holmes'dan sıkılan Arthur Conan Doyle, daha sonra okurlarlarının ricasıyla diriltmek üzere, bir seferinde onu öldürdü. Belascoarán Shayne de Aynı Şehre Dönüş romanınızda yeniden dirilmişe benziyor. Sizi kontrol mu ediyor, yoksa tam tersi mi geçerli?

Birbirimizi kontrol ediyoruz. Onu ben öldürmedim, dramatik mantık, olayların gelişimi öldürdü. Sonra okurlar protesto ettiler. Destanın bitmediğine karar verdim ve onu hayata döndürdüm. Beyaz büyü!

Belascoarán Shayne ve Phillip Marlowe arasındaki nasıl bir ilişki var? Farkları ne?

Farklar yalnız kahramanın, yabancının yapısında: tek başına yaşama kabiliyeti, (Marlowe'da) arkadaşlara, (Belascoarán Shayne'de) belirli saplantılara bağlılık. Raymond Chandler'in karakteri rasyonel bir tarih içinde hareket ediyor, benimkiyse Kafkaesk ve yozlaşmış, kaotik bir atmosferle çevrili: Mexico City.

Yaygın popülerliğinizi neye borçlusunuz?

Alışılmamışlığa... Sanırım Meksikalı okur romanlarımda kırık bir ayna, onları ahlâki olmayan hakikate teslim olmamaya davet eden bir teklif buluyor.

Polisiye roman neden bu denli çekici?

Maceranın cazibesi, bilinmeyenin erdemleri, şehirleri ve eski gizemleri çözmeye yönelik inanılmaz bir kabiliyet, kısıtlı koşullarda varolan bir dizi karakter yüzünden. İyi roman iyidir, polisiye bir olay örgüsü varsa daha da iyidir...

Sizden önce, Meksika'da polisiye roman Chandler, Dashiell Hammett ve Ernest Hemingway'in kirli gerçekçiliğine bağlı değildi. Nasıl oldu? Bu yeni rabıtanın sebebi ne?

Aslında ben kelimenin en kötü, anlatıcıların anladığı manasıyla Chester Himes ve Jim Thomson'ın çirkin--kirli--kahrolası gerçekçiliğine bağlıyım. Buna kara mizah ve ahlaki konularda Kafkavari bir bükülme ekledim. Benimle aynı yıllarda yazan ve edebiyatı yıkıcı bir ifsat olarak gören bir anlatıcılar kuşağına aidiyet duyuyorum: Mánuel Vazquez Montalbán, Jerome Charyn, J. P. Manchette, Jean Francois Villar, Juna Carlos Martelli, Alberto Sperati, Per Wahloo, Robert Littell, Martin Cruz--Smith; benzeri bir biçimde, kurgusal olmayan tanıklıklar kaleme alan çağdaş bir yazarlar akımına: Rodolfo Walsh, Miguel Bonasso, Joseph Wambaugh ve Guillermo Thorndyke.

[...]

Meksika yozlaşmanın şiddetinden adaletin yokolduğu bir ülke. Sizin milli polisiye edebiyatınızın ana teması bu mu?

Evet, fikir bu. Suç, sistemin bir parçasını teşkil ediyor ve ona mantıksal ve tutarlı bir biçimde eklemlenmiş. Bu yüzden, çözüm de suçun bir parçası. Polisin, tüm yeraltı örgütlerden, Mafya'dan ve bir dizi marjinal çılgından daha fazla ölüme yol açtığı bir şehirde yaşıyorum. Luis Gonzales de Alba, 1968'deki Tlatelolco hareketinin öğrenci lideri, iki caddenin kesiştiği bir kavşakta, hiçbir zaman bir tramvay hattının bulunmadığı bir yerde ve şehrin öte tarafında binlerce kişiye konuşurken, bir tramvayı yaktığı için saçma bir şekilde dört yıl hapse mahküm edildi. Meşhur deyişi, elbette ona borçluyuz: "Polis her zaman suçlanmalıdır."

Ilan Stavans, “A brief (happy) talk with Paco Ignacio Taibo II”, The Literary Review 38, no. 1 (1994), s. 34-37'den
Çeviren: Özgür Gökmen

Kaynaklar:

Taibo II, Paco Ignacio. 1994. "Images of Chiapas: Zapatista! The Phoenix Rises", The Nation 258, no. 12.

Braham, Persphone. 2004. Crimes Against the State Crimes Against Persons: Detective Fiction in Cuba and Mexico. Minneapolis: University of Minnesota Press, 200 sayfa.

bir şeyi burnunu sokup götünü dışarda bırakmak üzerine bir yazı

bu eleştriyi yapıp yapmamak arasında çok gelip gittim ama yapmanın hem kendim açısından hemde eleştirel bir siyaset biçimi oluşturulması açısından
olumlu bir noktaya değineceği kanaati vardım.(burdaki yazıdaki eleştiride bir noktayı açıklamak gereği duyuyorum eleştiri salt bir olgu gibi düşünülemez
ve yapılan yorum eleştiriyi yapanında kapsamları içinde olduğu gerçeğini değiştirmez.)
(eleştiri hakkında ufak bir araştırma bakınız :Eleştiri Kuramları, Tahsin Yücel,J.C. Carloni,Jean-C. Filloux)

ilk önce bir iyi niyet tesbiti yapabilmeliyiz? peki nedir bu iyi niyet tesbitleri ... Bu tesbiti yaparken ilk önce sorunun ne olduğunu anlamak gerekiyor
dokunduğumuz ve yaşam alanları olan noktalardan başlayalım buraları değiştirmek sorunlara karşı direnişi ve isyanı örgütleyebilmek bence daha samimi gelebiliyor
bu noktada yazdıklarınızın bir çok kısmı bana mantıklı gelebilir ama ... bu sorun ne? demokratik bağımsız özerk üniversiteyse sorun ... demokrasi ne? bağımsızlık
ne ? özerklik ne?

Demokrasi, tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçimidir.Üniversiteye uyarlarsak
tüm öğrencilerin öğretim görevlilerinin çalışanların (hizmetlilerinden tutunda bekçilerine kantin sahiplerine kadar) bulundukları yeri değiştirme ve şekilledirmede
eşit hakka sahip olmaları diyebilirmiyiz.(tartışmayı ve eleştriyi olumlu bir noktaya çekmek açısından bazı kaba ve ayrıntısı olmayan kabullenmelere ister istemez
gitmek zorundayız.tabikide daha ayrıntılı tartışmak gerekliliğini bende savunuyorum.)

Bağımsızlık, bir milletin veya bir devletin, kendi vatandaşları veya nüfusu tarafından özgürce yönetilebilmesidir. Yani egemenlik haklarının başkasının elinde olmamasıdır.
tabikide unutulmaması gereken bir durum varsa bağımsızlık kelime anlamıya ne kadar anti-bağımlılık gibi görülsede aslında bir bağımlık noktasını oluşturan defaktör durumudur.
kısacası her bağımsızlık bir bağımlılık doğurur doğurmak zorundadır.

Özerklik, Muhtariyet ya da Otonomi eş anlamlı sözcükler olup bağımsız yönetim biçimini ifade eder.

peki bu noktada üniversitedeki bağımsız özerk demokratik hatta bir kaç kelime eklediğimiz dönemlerimizde oldu öR: bağımsız özerk bilimsel demokratik üniversite
nedir?


bu noktada en önemli nokta bilimsel özerklik olabilir ?
bilim ?
Bilim, neden, merak ve amaç besleyen bir olgu olarak günümüze kadar bir çok alt dala bölünmüş, insanların daha iyi hayat şartlarına kavuşmasına, var olmayan olguları bulmasına ve yeni şeyler öğrenmesine ön ayak olan genellemedir.
peki kapsayıcılı nedir bilim sonsuz diye tariflenen bir havuzun içindeki sonlamayı genişletme çabasıdır. yani daha iyi açıklayacak olursak 2006 yılında dünya 10 üzeri -53 ile 10 +53 arasında dolaşan bir sayı karmaşasını
sonsuz düzlem olarak kabul eder ve kapsayacığını buna göre belirler bu aradaki düzlem ve araştırma ve açıklama çabası bilimin kapsayıcığı ve kanunları arasında yer alır.


tabikide bunlar uzun uzadıya tartışmalar ve tartışılması gereken konular spinozanın bilimselliği ile habermasın bilimselliği hatta adolf hittlerin bilimselliği arasında bir çok tartışma noktası olduğu kesinliğinide unutmamak gerekiyor

ama kabaca yıllardır konuştuğumuz bilimsel demokratik özerk tam bağımsız üniversiteyi kabaca tariflemek istersek lima bildirgesi önemli bir referans noktası olacağa benziyor

Son 20 yılda, yükseköğretim kurumlarının akademik özgürlüğünü zayıflatıcı, sınırlandırıcı veya baskı altına alıcı son derece ciddi bir eğilim ortaya çıkmıştır. Bunun, yükseköğretimin çoğu zaman ekonomik tasarruf ve/veya politik menfaat tabirleri ile haklı çıkartılan anlaşmaya varılmış sistemi ile doğrudan ilişkisi bulunmaktadır. Bunun en alarm verici etkisi de, dünyadaki sosyo-politik sistemleri hiç hesaba katmamak suretiyle, öğretmenlerin, öğrencilerin, araştırıcıların ve eğitim yazarlarının insanlık haklarının giderek artan bir oranda ihlâlidir. Deklarasyonun orijinal fikri, Nantes’te 1984 yılında özel bir komisyonun sorumluluğu altında “Akademik Dayanışma ve İşbirliği” isimli yeni bir Dünya Üniversite Servisi programını başlatan bir Dünya Üniversite Servisi çalıştayında ortaya çıkmıştır. Komisyon, Eylül 1986’da Madrid’te uluslar arası bir çalıştay organize ettikten sonra, şu anda Hollanda İnsan Hakları Enstitüsü Müdürü olan Manfred Nowak’tan bir taslak deklarasyon hazırlamasını istedi. Deklarasyon fikri, genel olarak insan hakları alanında bir hayli uluslar arası enstrümanlar ve rehberlikler olmasına rağmen, yükseköğretimin akademik özgürlük ve özerkliği kapsayan alanında bunun eksikliğinin olduğunun anlaşılması üzerine ortaya çıktı.



Deklarasyonun ilk taslağı Ocak 1987’de yazıldı ve Komisyon, hem ulusal hem de bölgesel düzeydeki Dünya Üniversite Servisi ulusal komitelerinin uluslar arası bilgi ağı ile danışmalarda bulunarak taslağı tartışma, test etme ve düzeltme yolunda külfetli bir süreç üstlendi. Taslak, aynı zamanda yorum ve önerilerini almak üzere 50’den fazla uzman kuruluşa gönderildi ve onların önerileri Deklarasyonun son formülasyonunda büyük katkı sağladı. Taslak, Dünya Üniversite Servisi Uluslar arası Genel Toplantısında Eylül 1988 tarihinde onaylanmadan önce 3 defa gözden geçirilip düzeltildi.






Hem ulusal hem de uluslar arası düzeylerde, akademik özgürlüğün yıpranmasından dolayı ortaya çıkan çeşitli güçlüklere karşılık vermek konusunda üniversite topluluklarında övgüye değer girişimler oldu. Ancak pek çok girişim, akademik özgürlük, onun çeşitli boyut ve belirtileri konusunda net bir kavram olmaksızın problemlerle karşılaştı. Dünya Üniversite Servisi, bu deklarasyonun, yükseköğretim kurumlarında akademik özgürlük ve özerkliği savunma yolunda daha fazla eylemin, tartışmanın ve anlamanın önünü açacağını ümit etmektedir. Akademik özgürlük, yükseköğretim kurumlarının, onların gerçek fonksiyonlarını yerine getirmelerini sağlayıcı özel öneme sahip bir insan hakkıdır. Onlar, devlet ve iş çıkarlarından kaynaklanan anlamsız baskılardan korunmalıdır.






Dünya Üniversite Servisi, Deklarasyonu Uluslar arası olarak ilân etmek yolundaki eğilimlere karşı direnmiştir. Lima deklarasyonu, yüksek düzeyde tartışma ve danışma süreci ile ve mevcut deklarasyonu bir başlangıç noktası olarak almak suretiyle, uluslar arası toplumun, yükseköğretim kurumlarının akademik özgürlük ve özerkliğine ilişkin bir uluslar arası deklarasyon ilân etmek yönünde hareket etmesine imkân vermektedir. Bu amaçla, eylem için bazı görüşler ileri sürmekteyiz.

Başlangıç






İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 40. yıldönümünde 6-10 Eylül tarihleri arasında Lima'da toplanan DÜNYA ÜNİVERSİTELER SERVİSİ (WUS) Altmışsekizinci Genel Kurulu, insan hakları alanında, başta insan Hakları Evrensel Beyannamesi, Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Andlaşması, Uluslararası Temel ve Politik Haklar Andlaşması ve Eğitimde Ayrımcılığa Karşı UNESCO Andlaşması olmak üzere Birleşmiş Milletler'in ve diğer evrensel ve bölgesel örgütlerin oluşturdukları geniş kapsamlı uluslararası standartları gözeterek,



Üniversite ve akademik kuruluşların, insanların ekonomik, sosyal, kültürel, temel ve politik haklarını yaşama geçirilmesini takip etmekle yükümlü olduklarına inanarak,



Tüm diğer insan haklarından yararlanılmasında ve insanca kişilerin ve bireylerin yetişmesinde eğitim hakkının önemini vurgulayarak,



Eğitim haklarından yalnızca, akademik özgürlüğün var olduğu ve yüksek öğretim kurumlarının özerk oldukları bir ortamda tam anlamıyla yararlanılabileceğini göz önüne alarak,



Ve eğitime ilişkin şu ilkeleri kabul ederek,






a) Her insan eğitim hakkına sahiptir.






b) Eğitim insan kişiliğinin ve onurunun tam gelişimini sağlamaya yöneliktir ve insan haklarına, temel özgürlüklere ve barışa duyulan saygıyı pekiştirir. Eğitim tüm insanların özgür ve eşitlikçi bir toplumun kurulmasına etkin biçimde katılmalarını sağlar ve tüm uluslar, tüm dini ve etnik gruplar ile tüm ırklar arasında anlayışı, hoşgörüyü ve dostluğu geliştirir. Eğitim kadınlarla erkekler arasında karşılıklı anlayışı, saygıyı ve eşitliği geliştirir. Eğitim, toplumsal eşitlik, barış, tüm ulusların eşit gelişimi ve çevrenin korunması gibi çağdaş toplumların ana hedeflerinin kavranmasında ve bunlara ulaşılmasında bir araçtır.



c) Her devlet, her tür ırk, renk, cinsiyet, dil, din, politik ya da başka görüş, milliyet veya toplumsal köken, ekonomik durum ya da başka bir statüye ilişkin olarak herhangi bir ayrımcılık yapmadan eğitim hakkını güvence altına almalıdır. Her devlet, ulusal gelirinin uygun bir miktarını eğitim hakkından tam anlamıyla yararlanılabilmesini sağlamak amacıyla ayırmalıdır.



d) Eğitim olumlu bir toplumsal değişimin aracıdır. Dolayısıyla, eğitim her ülkenin toplumsal, ekonomik, politik ve kültürel durumundan kopuk olmamalı, bütün hak ve özgürlüklerin tam olarak edinilmesine yönelik bir biçimde statükonun değiştirilmesine katkıda bulunmalı ve daimi biçimde değerlendirilmeye açık tutulmalıdır.



Bu bildiriyi kamuoyuna açıklar.






Tanımlar






1) Bu Bildirgede kullanıldığı biçimiyle:






a) "Akademik özgürlük", akademik bir çevre üyelerinin tek tek ya da toplu halde bilgiyi araştırma, inceleme, tartışma, belgeleme, üretme, yaratma, öğretme, anlatma veya yazma yoluyla edinmelerinde, geliştirmelerinde ve iletmelerindeki özgürlükleri anlamına gelir.



b) "Akademik çevre", bir yüksek öğretim kurumunda öğretim, araştırma, inceleme yapan ve çalışan herkesi kapsar;



c) "Özerklik" yüksek öğretim kurumlarının iç işleyişlerine, mali işlerine ve yönetimlerine ilişkin kararlar almada ve eğitim, araştırma, dışa yönelik çatışmalar ve diğer ilgili faaliyetlerde kendi politikalarını oluşturmada devlet ve toplumun tüm diğer güçleri karşısındaki bağımsızlıkları anlamına gelir;



d) "Yüksek öğretim kurumları" üniversitelerden, orta öğretim sonrası eğitim veren diğer kuruluşlardan ve bunlarla ilgili araştırma ve kültür merkezlerinden oluşur.



2) Yukarıdaki tanımlar, akademik özgürlüğün ve özerkliğin bu bildirgede getirilen kısıtlamalara tabi olmadıkları anlamına gelmez.



Akademik Özgürlük






3) Akademik özgürlük, üniversitelerin ve diğer yüksek öğretim kurumlarının üstlendikleri eğitim, araştırma, yönetim ve hizmet işlevleri için vazgeçilmez bir ön koşuldur. Akademik çevrenin tüm üyeleri herhangi bir ayrım yapılmaksızın ve devletten ya da herhangi bir başka kaynaktan gelebilecek müdahale veya baskı endişesini taşımadan işlevlerini yerine getirme hakkına sahiptir.



4) Devletler akademik çevrenin tüm üyeleri için İnsan Hakları Konusunda Birleşmiş Milletler Anlaşmalarında tanınan temel, politik, ekonomik, sosyal ve kültürel hakları sağlamak ve bunlara saygı göstermekle yükümlüdür. Akademik çevrenin her üyesi, başta düşünce vicdan, din, ifade, toplanma ve örgütlenme özgürlükleri olmak üzere kişinin özgürlüğü ve dokunulmazlığı ile seyahat özgürlüğünden yararlanır.



5) Akademik çevreye girme olanağı toplumun tüm üyeleri için hiç bir engelleme olmaksızın eşit olacaktır. Herkes, yetenekleri temelinde hiç bir ayrım yapılmaksızın öğrenci, öğretmen, araştırmacı, işçi ya da yönetici olarak akademik çevre içinde yer alma hakkına sahiptir. Akademik çevrenin fırsat eşitliğine sahip olmamış üyeleri için eşitliğin sağlanmasını fiilen hızlandırmaya yönelik geçici önlemler, fırsat ve muamele eşitliği sağlama amaçlarına ulaşıldığında sona erdirilmek koşuluyla ayrımcı girişimler olarak değerlendirilmez. Tüm devletler ve yüksek öğrenim kurumları öğretim üyeleri ve araştırmacılar için istikrarlı ve güvenceli bir istihdam sistemini temin ederler. Akademik çevrenin hiç bir üyesi, akademik çevrenin demokratik yollarla seçilmiş bir organı önünde adil bir savunma yapılmadan göreviden alınamaz.



6) Akademik çevrenin araştırma işlevi ile ilgili tüm üyeleri, bilimsel araştırmanın evrensel ilke ve yöntemlerine tabi olarak, herhangi bir müdahaleye maruz kalmaksızın araştırma çalışmalarını sürdürme hakkına sahiptir. Bu kişiler aynı zamanda araştırmalarının sonuçlannı başkalarına özgürce iletme ve sansürsüz yayımlama hakkına da sahiptir.



7) Akademik çevrenin öğretimle ilgili tüm üyeleri, öğretimin kabul edilmiş ilkelerine, standartlarına ve yöntemlerine tabi olarak, herhangi bir müdahaleye maruz kalmaksızın öğretme hakkına sahiptir.



8) Akademik çevrenin tüm üyeleri, dünyanın herhangi bir yerindeki meslekdaşları ile temas halinde olma özgürlüğü kadar eğitim kapasitelerini geliştirme özgürlüğünden de yararlanırlar.



9) Tüm yüksek öğretim öğrencileri mevcut müfredat içinde istediği branşı seçme hakkı ve edindiği bilgi ve deneyimin resmi olarak tanınması hakkı da dahil olmak üzere, öğrenim özgürlüğünden yararlanırlar. Yüksek öğretim kurumları öğrencilerin mesleki ihtiyaçlarını ve beklentilerini karşılamayı amaçlamalıdır. Devletler, eğitimlerini sürdürebilmek için yardıma ihtiyacı olan öğrencilere gerekli kaynakları sağlamalıdır.



10) Tüm yüksek öğretim kurumları öğrencilerin, kurumun idari organlarında yer almalarını temin ederler. Tüm devletler ve yüksek öğretim kurumları öğrencilerin herhangi bir ulusal ya da uluslararası sorunla ilgili görüşlerini tek tek ya da toplu halde ifade etmek haklarına saygı gösterirler.



11) Devletler, tüm orta öğretim mezunları veya yüksek öğretim düzeyinde öğrenimlerini sürdürebileceklarini ispat edebilecek diğer kişiler için ücretsiz bir yüksek öğretim sistemi tasarlamak, düzenlemek ve yaşama geçirmek için tüm gerekli önlemleri almalıdırlar.



12) Akademik çevrenin tüm üyeleri, çıkarlarını korumak amacıyla sendikalar kurma ya da sendikalara katılma hakkı da dahil olmak üzere başkalarıyla birlikte örgütlenme özgürlüğü hakkına sahiptir. Akademik çevrenin tüm kesimlerinin sendikaları, kendi alanlarına tekabül eden mesleki standartların oluşturulmasına katılmalıdırlar.



13) Yukarıda sıralanan hakların kullanılması bazı özel görev ve sorumlulukları da birlikte getirir ve başkalarının haklarının korunması için gerekli olan bazı kısıtlamalara tabi tutulabilir. Öğretim ve araştırmalar mesleki standartlara tümüyle uyularak sürdürülmeli ve toplumun karşı karşıya bulunduğu çağdaş sorunlara yanıt verir nitelikte olmalıdır.



Yüksek Öğrenim Kurumlarının Özerkliği



14) Tüm yüksek öğretim kurumları, kişilerin ekonomik, sosyal, kültürel, temel ve politik haklarının gerçekleşmesini gözetir ve bilim ve teknolojinin bu hakları zedeleyecek biçimde kötüye kullanılmasını önlemek için çaba gösterir.



15) Tüm yüksek öğretim kurumları ilgilerini toplumun karşı karşıya bulunduğu çağdaş sorunlara yöneltirler. Bu amaçla, bu kurumların müfredatları ve faaliyetleri bir bütün olarak toplumun ihtiyaçlarına yanıt verir. Yüksek öğretim kurumları, kendi toplumlarında politik baskıları ve insan hakları ihlallerini kınamalıdırlar.



16) Tüm yüksek öğretim kurumları diğer benzeri kurumlar ve kendi akademik çevreleri içindeki bireylerle, baskıya maruz kaldıkları zaman dayanışma içinde olmalıdırlar. Bu dayanışma maddi ya da manevi olabilir ve baskı kurbanlarına sığınma, iş ya da eğitim olanakları sağlamayı içermelidir.



17) Tüm yüksek öğretim kurumları, bilimsel ve teknolojik bağımlılığı önlemek ve bilginin edinilmesi ve kullanılmasından dünyadaki tüm akademik çevrelerin eşit konuma sahip olmalarını sağlamak için çaba göstermelidirler. Bu kurumlar bölgesel, politik ya da benzeri diğer engelleri aşan uluslararası bir akademik işbirliğini teşvik etmelidirler.



18) Akademik özgürlükten gerektiği gibi yararlanmak ve yukarıdaki maddelerde sözü geçen yükümlülüklere uymak, yüksek öğretim kurumlarının üst düzeyde özerkliğe sahip olmasını gerektirir. Devletler, yüksek öğretim kurumlarının özerkliğine müdahale etmemekle ve toplumdaki diğer güçlerin müdahalelerini de önlemekle yükümlüdürler.



19) Yüksek öğretim kurumlarının özerkliği, ilgili akademik çevrenin tüm üyelerinin aktif katılımını içeren demokratik bir özyönetimle gerçekleşir. Akademik çevrenin tüm üyeleri, herhangi bir ayırım yapılmaksızın akademik ve idari işlerin yürütülmesinde yer alma hakkına ve olanağına sahiptirler. Yüksek öğretim kurumlarının tüm yönetim organları özgürce seçilir ve akademik çevrenin değişik kesimlerinden temsilcileri içerir. Özerklik, eğitim, araştırma, dışa yönelik çalışmalar, kaynakların kullanımı ve diğer ilgili faaliyetlerle ilgili politikaların belirlenmesine ve yürütülmesine ilişkin kararları kapsamalıdır.






tabikide niyetlerin hepsi sevilmeli ve kayda değer alınmalıdır. ama
neo liberal ve neo kapital politikalar her geçen gün insanlar üzerindeki tahribatlarını artırıken kişisel yada sektörel çıkarları yüzünden geçici heveslere kapılan ve art niyet gösteren insanlar ister istemez
zamanın ve tarihin küçümsenemez hezimetine kapılacaktır.ve zaman alıp götürecektir tertemiz yürekleri ve niyetleri
bu durum karşısında gösterilebilecek en doğal hareket ve en güzel oluşum marksist literatürde değinildiği gibi dünyayı yaşama ve değiştirme güdüsünden başka bir şey değildir.
bir başlangıç noktası gösterileceksede bu gerçekliğin bir durmura uğratılması ,devrimciliğin ve solculuğun yeniden tariflendirilmesi kaçınılmaması gereken bir şartır.
daha gündelik yaşantılarımızı kendi mutfağımızı, kendi yaşamlarını değiştiremeyen bireyler unutmamalırdıki; bizler yada değişimi düşünenler toplumu değiştirmek değil
toplumun değişimine el ayak ve gerekli koşulların yaratılması gerekliğini savunulmasını istemelidir.
(bakınız michel foucault hapishanenin doğumu)

peki nedir bu gençsen ?
tartışılması gereken diskin durumu 20 sene öncesinin diskine ne kadar özlem getirsek bile unutulmamalıdırki şu anki işçi sınıfı diye tariflenen sınıfın geldiği nokta
unutulmamalıdırki başbakanlık konutunda devlet terkanları ile verilen kokteylerle %12 lerle yapılan pazarlıklar esnasında
yudumlanan viskiler eşliğinde yurdun her hangi bir yerinde yaşayan işçi ahmettin çocuğuna ekmek götürmek için 15km yol yürümesi gerçeğinin
unutulmamalıdırki 2000 ytl asgari geçim düzeyinde 500 ytl ile ailesini geçindirmek için çile çeken insanların durumunu
unutulmamalıdırki hastanede kuyruklarında kıvranan insanların durumunu .... diyerek bir çok noktadan ajitatif davranılabilecek bir çok örnek verilebilir

asıl sorulması gereken soru ise gençsene üye olan insanların yada sol adına muhalefet adına bir şeyler yapmayı düşünen insanların sosyolojik durumlarının
tesbitleri ?
bunun için bir kaç soru sormanın faydası var

1-hangi kredi kartlarını kullanıyorsunuz?
2-yollada bir tandığınızı gördüğünüzde merhaba diyormusunuz?
3-komşuluk ilişkileriniz varmı?
4-çıkar gözetmeden bir insanla diyalog kurabiliyormusunuz?
5-izlediğinizde yada dinlediğinizde miğdenize kramp giren her hangi bir sanatsal faliyet yada eser varmı ? varsa adını yazınız?
6-cevapları ve ya çözümleri bulmak için izlediğiniz yollar nedir?
7-dünyanın her hangi bir yerinde her hangibir zaman diliminde hiç bir olanak olmadan yeniden yaşantınızı kurabilirmisiniz?
8-idealleriniz ve istedikleriniz için neleri göze alabilirsiniz?
9-yaşadığınız dünyadan yerden mahalleden ailevi ...vb konulardan memlunmusunuz ? menlun olduklarınız? ve memlun olmadıklarınız?
10-tartışma ve eleştrilerinizde bir yol kat edebiliyormusunuz?
11-gündelik yaşamda kendinizi eleştirseniz en hoşunuza gitmeyen eleştiriniz ne olurdu?


gibi daha da uzatılabilen sorular zincirlerine ve bunu paylaşabilen birliktelikler yaratabilmek daha olumlu olabilir diye düşünüyorum.
paylaşımlarınız için kemikalbiladerler@gmail.com