21 Temmuz 2008 Pazartesi

Marx’tan Morales’e: Yerli Sosyalizmi ve Marksizm’in Latin Amerikalılaştırılması -John Riddell


Geçtiğimiz on yıl boyunca, Latin Amerika’daki yeni bir kitlesel mücadele dalgası, bu kıtanın devrimcileriyle emperyalist ülkelerdekiler arasında bir yüzleşmeye ön ayak olmuştur. Bu mücadelelerin birçoğunda, Evo Morales başkanlığındaki Bolivya’daki gibi, yerli halklar başı çekmekteler. Latin Amerikalı devrimciler, Marksizm’i eylemin yanı sıra teori alanında da zenginleştiriyorlar. Bu makale, düşüncelerinin bağlandığı yolları işaret eden ve Marksist felsefenin önemli ancak az bilinen yönlerine dikkat çeken giriş niteliğinde bazı yorumlar sunuyor.

Avrupa-merkezcilik

Latin Amerikalı devrimcilerden sıklıkla duyulan, Marksist teorinin büyük kısmının “Avrupa-merkezci” bir eğilim tarafından damgalandığına ilişkin eleştiri iyi bir başlangıç noktası olabilir. [Bu arkadaşlar] Avrupa-merkezciliği, Latin Amerikalı ulusların, sosyalist bir devrimin mümkün hale gelmesinden önce, Batı Avrupa toplumlarının gelişimini taklit etmek zorunda olduğuna dönük bir inanç olarak anlıyorlar. Avrupa-merkezcilik, toplumsal ilerleme için ve fiziksel üretimi arttırma ihtiyacı dolayısıyla, köylü ve yerli gerçekliklerini dışlamak ve yerli kültürünün çözülmesi doğrultusunda hareket edecek gibi görünen bir biçimde sanayileşmenin önceliği üzerinde vurgu yapılması olarak da anlaşılıyor [1].

Marx’ın “hiçbir toplumsal düzen, içinde bütün üretici güçlerin gelişmiş hale gelebileceği bir alan olmadan önce yok olmamıştır” şeklindeki meşhur açıklaması [2] bazı zamanlarda Marksizm içindeki Avrupa-merkezci eğilimin bir kanıtı olarak sunulmuştur. 1914 öncesi dönemin Marksist teorisyenleri Karl Kautsky ve Georgi Plekhanov, bu bakış açısının klasik temsilcileri olarak görülmüşlerdir. Latin Amerikalı yazar Pérez Hinojosa, “işçiler ancak kapitalist sitemin yüksek bir kalkınma seviyesine ulaştığı yerde yönetebilirler” diyerek Kautsky’nin bakış açısını yinelemiştir [3]. – yani henüz Latin Amerika’da değil.

Latin Amerika’daki öncü Marksistler 1917 öncesinde bu bakış açısını paylaştılar. Ancak Rus Devrimi’nden sonra, şu anda “Latin Amerika Marksizm’i” olarak adlandırılan yeni bir eğilim ortaya çıktı. Arjantinli teorisyen Néstor Kohan, bu eğilimin kurucusunu Perulu öncü komünist José Carlos Mariátegui olarak kabul eder. “Mariátegui”, der Kohan, “Avrupa-merkezci şemalara ve işçileri burjuvazinin çeşitli kesimlerinin peşine takmaya çalışan popülist çabalara karşıydı” ve “sosyalist mücadelelerin öncüsü olacak bir ‘İnka komünizmi”ni yeniden kurmaya canla başla sarılmıştı” [4].

Ulusal boyun eğdirme

Pérez Hinojosa ve Kohen’den her ikisi de, bugün Latin Amerikalı mücadelelerin, Mariátegui’nin zamanındaki gibi, anti-emperyalist ve sosyalist unsurları birleştirmesini doğal karşılamaktalar. Bu bakış açısı, emperyalist uluslar ile boyun eğdirilmiş halklar arasında bölünmüş bir dünyanın olduğu Lenin’in zamanındaki Komünist Enternasyonal tarafından geliştirilen tahlile bağlanır [5]. Bu çerçeve, yoksul ülkelerin kâğıt üzerinde bağımsızlığa sahip olduğu bir zamanda hâlâ geçerli midir? Anti-emperyalizmin mevcut Latin Amerikalı mücadelelerdeki merkezi rolü, eski Komünist Enternasyonal’in tahlilini doğrulayacak gibi görünüyor.

Pérez Hinojosa, Mariátegui’nin Peru gibi yarı-sömürge ülkelerde ulusal kapitalist kalkınmanın imkânsızlığının farkına vardığını söylüyor. Devrim “başından itibaren sosyalist olabilir” ancak ilki burjuva demokratik ve sonraki sosyalist devrimin görevlerini gerçekleştirecek “iki aşamadan geçebilir”. Üstelik, Perulu teorisyen “sosyalist devrimin, toplumsallaşmanın tarihi temeliyle birleşmesiyle belirginleşebileceğine” inanmaktadır: [bu tarihi temel] yerli topluluklar, ilkel tarım komünizminin yadigârlarıdır [6].

“Daha sonra”, diyor devamla Kohen, içinde Küba’dan Julio Antonio Mella, El Salvador’dan Farabundo Martí ve Nikaragua’dan Ruben Dario’nun bulunduğu “1920’lerin görkemli takımının yerine (…)” mekanik bir “Avrupa–merkezci” bakış açısına dönüş anlamına gelen “Stalin’in SSCB’deki vasat şemaları geçirildi” [7].

Bolivya’nın yerli isyan geleneğinin sağladığı avantajlı konumdan yazan Alvaro García Linera, ülkesindeki Marksizm’e yönelik Avrupa-merkezci gözlemleri bir bütün olarak, Stalinist ve Troçkist akımların her ikisi tarafından da ifade edilmesine dayandırıyor. [Linera], Marksizm’in “endüstriyel modernleşme ideolojisinin” ve “ulus devletin sağlamlaştırılmasının”, ülkenin ağırlıklı olarak köylü topluluklarının “aşağılanması” anlamına geldiğini belirtiyor [8].

Küba Devrimi

Kohen’in bakış açısına göre, “bürokratizm ve dogmatizm”in hükmü, “Küba Devrimi’nin ve Castro’yla Guevara’nın liderliğinin yükselişiyle” kırıldı [9]. Guevara’nın görüşleri, Latin Amerika devriminin doğası bakımından ekseriyetle Mariátegui’ninkilerle bağlantılıdır –Guevara’nın sözleriyle, “ya sosyalist bir devrim ya da devrimin bir karikatürü” [10]. Bu dava, Mariátegui tarafından da desteklenmiş olan devrimci dönüşümlerde bilincin ve liderliğin önceliğine dair inanca dayanmaktadır.

Guevara bu görüşe, Küba devletine ve Stalinistleşmiş Sovyet gerçekliğine dair analizlerinde de başvurdu. Guevara, zamanındaki Sovyet liderlerinin, maddi üretimin artmasının, çalışan nüfusun siyasi dışlanmasına, zarar görmesine ve baskı altına alınmasına rağmen sosyalizmi getirebileceği iddialarını şiddetle eleştirdi [11].

Marx’ın görüşleri

Kohen’e göre, Küba Devrimi’nin öncü rolü, Marx’ın daha az bilinen çalışmalarının yanı sıra “1920’lerin (kendiliğinden anti-emperyalist ve anti-kapitalist) devrimci Marksizm’ine yeniden hayat verdiği” 1970’lerde sürdü – hepsinden çok, sömürgeciliği ve çevre ve bağımlı toplumları incelediği geç dönem çalışmalarına. Bu yazılarda Marx, gençliğinin Avrupa-merkezci görüşlerini aşıyordu [12].

Kohen, geç-dönem Marx’ın anlayışını aşağıdaki gibi saptamakta:

Tarih, değişmeyen bir gelişim hattını takip etmez.

Batı Avrupa, tarihsel gelişim aşamalarını dünyanın geri kalanına doğru yayan biricik gelişim odağını temsil etmemektedir.

“Boyun eğdirilen halklar, emperyalizmin çizmesi altında kaldıkları sürece ‘ilerleme’yi tecrübe etmezler” [13].

Marx, son on yılının büyük kısmını Rusya ve Kuzey Amerika’daki yerli toplumlarının incelenmesine adadı. Onun bu sorunlar üzerine olan sınırlı sayıdaki yazısı, daha sonra o ülkedeki tarımın toplumsal temelini oluşturacak olan Rus köylü komününe, “mir”e odaklanmıştı.

Söz konusu Latin Amerikalı felsefe, olgun Marx’ın, kapitalizmin İrlanda gibi kolonyal toplumlarda yarattığı etki üzerine görüşlerine dayanmaktadır. [Bunlar] bizim başlıca Teodor Shanin’in “Geç dönem Marx ve Rus Yolu” eserinden bildiğimiz Marx’ın geç dönem yazıları ve araştırmasıyla da kesişmektedir [14]. Shanin’in kitabını, şu anda, bugünün Latin Amerikalı mücadeleleri üzerine bir yorum olarak yeniden okumak yararlı olabilir.

Rusya’nın köylü komünleri

Başını Plekhanov’un çektiği, Bolşevik Partisi’nin atası da olan Rus Marksist camiası, “mir”in, Rusya kapitalist kalkınmayla birlikte dönüştükçe kaybolmaya yazgılı olduğuna inanıyordu. Vera Zasulich’e 1881’de yazılan ancak 1924’e kadar yayınlanmamış olan bir mektupta [Plekhanov], “komün, Rusya’daki toplumsal yenilenme için dayanak noktasıdır” diyordu. Kapital’de ayrıntılı biçimde çizilen gelişim sürecinin “tarihsel kaçınılmazlığı”, diyordu [Plekhanov], “açıkça Batı Avrupa ülkeleriyle sınırlıdır” [15].

Marx’ın mektubunun, Shanin’in kitabında yer alan ön taslakları, Rusya’daki, komünün gelişen bir sosyalist ekonomiyle uyum içinde bir arada var olabileceği[ni savunan] devrimci popülist akım “Halkın Dostları”nın bakış açısıyla temel bir örtüşme gösteriyor [16].

Etnolojik Defterler

Bu taslaklar, Marx’ın o dönem süresince yerli toplumları üzerine yaptığı kapsamlı çalışmaları, az bilinen Etnolojik Defterleri’nde mevcut olan bir belgesini sağlıyordu [17]. Çıkardığı sonuçları Zasulich’e yazdığı bir mektubunun taslağında özetlenmiş halde buluyoruz: “ilkel toplulukların yaşam gücü Semitik, Yunan, Roma vs. toplumlarından ve daha ziyade modern kapitalist toplumlardan kıyaslanamaz biçimde daha fazla” [18].

Bu defterler üzerine yaptığı çalışmada, Christine Ward Gaily, böylesi arkaik yapıların sürdüğü yerde Marx’ın bunları temelde, özünde baskıcı olarak gördüğü “devletle bütünleşmiş kurumların nüfuz etmesine karşı direnişin bir kanıtı” olarak betimlediğini açıklıyor [19]. Bunun açık anlamı, hayatta kalmayı başaran böylesi arkaik [ilişkilerin] korunması ve geliştirilmesi gerektiğidir.

Lenin zamanının Marksistleri Marx’ın düşüncesindeki gelişimin farkında değillerdi. Nitekim Antonio Gramsci, Rus Ekim isyanının birkaç hafta sonrasında, “bu Karl Marx’ın Kapital’ine karşı yapılmış bir devrimdir. Rusya’da Marx’ın Kapital’i proletaryanın olduğundan çok burjuvazinin el kitabıydı” sözlerini yazabildi [20]. Yine de Marx’ın görüşlerine ilişkin sınırlı bilgilerine rağmen, Lenin, Luxemburg, Troçki, Buharin, Gramsci ve Lukács’nın devrimci nesli, sosyalist devrimin kapitalizmin tamamen olgunlaşmasını ve çökmesini beklemek zorunda olduğunu savunan Karl Kautsky ve savaş öncesi Sosyalist Enternasyonal’le kol kola girmiş “Avrupa-merkezci” bakış açısıyla mücadelelerinde Marx’ın devrimci duruşunu yeniden savundular.

Shanin, Marx’ın 1881’deki Rusya’ya dönük yaklaşımını, Latin Amerika devriminin ikinci özgünlüğüyle bağlantılandırdığı bir yolla genelleştirir. “Bilimsel sosyalizmin en saf biçimleri (…) sürekli biçimde siyasi zayıflık gösterir” iddiasında bulunur. “Olması gereken, toplumun sosyalistler tarafından içten üretilen ve siyasi yönden etkili devrimci dönüşümüne dair bütün bilinen sorunlarının altında yatan, Marksizm’in yerli [yurtiçi] siyasi geleneklerle bütünleşmesidir” [21].

Elimizde, büyük yerli liderleriyle Bolívar, Martí ve Sandino’nun figürleriyle bağlantılı sömürgecilik karşıtı mücadele geleneğiyle birlikte sosyalizm için eylemde ortaklaşmaya yaptığı güçlü vurguyla Latin Amerika devrimci deneyimiyle ikinci bir bağlantı yolu daha mevcut. Geleneklerin böylesi kaynaşması, Latin Amerika Marksizm’inin eşsiz bir gücü olarak ortaya çıkar.

Mariátegui bu felsefeyi çok bilinen bir pasajda yakalar: “Bizler Amerika’daki sosyalizmin bir kopya ya da taklit olmasını arzu etmeyiz. Kahramanca bir yaratılış olmalı. Kendi gerçekliğimizi ve kendi dilimiz dâhilinde yansıtan bir Yerli-Amerikan sosyalizmine hayat vermek zorundayız [22].

Marx’ın mir’in potansiyeline ilişkin görüşü, 1917 Ekim Devrimi’nin ertesinde, pratikte gerçekleşti. Mir, on yıllar boyunca zayıflamıştı ve 1917 itibariyle köylülerin yarısının toprakları özel mülkiyetin elindeydi. Ancak 1917-18 muazzam tarım reformunda köylüler, mir’e tekrar hayat verdiler ve onu köylü tarımının temel birimi olarak benimsediler. Bir sonraki on yıl boyunca, köylü komünleri, sosyalist bir ekonominin kaynaklarıyla yapısal olarak bir arada var oldu. 1927 itibariyle, Stalinist zorla kolektifleştirmenin başlamasından önce, köylü topraklarının %95’i çoktan komünal mülkiyete geçmişti [23].

Burada mevcut Latin Amerika deneyimiyle çifte paralellik söz konusu. İlki, Bolşeviklerin köylülükle ittifakı, işçi sınıfının, emek güçlerini tam anlamıyla işverene satan sömürülen üreticilerin geniş koalisyonundaki yerinin çoğu zaman azınlıkta olduğu Latin Amerika ülkelerine uygundur. İkincisi, ilkel komünizmin, komünal toprak sahipliğinin de dâhil olduğu yadigarları, kıta çapındaki yerli mücadelelerinin önemli bir etkeni durumundadır.

Ulusal kurtuluş

Üçüncü bir benzerlik, Bolşeviklerin, Çarcı Rus iskân sömürgeciliği tarafından kurban edilmiş ve haklarından mahrum bırakılmış Doğu’nun azınlık halklarına yönelik uyguladığı pratikte bulunabilir. Oldukça sık biçimde, Bolşeviklerin ulusal sorun üzerine politikasına yönelik tartışmalar, 1917 Devrimi sırasında ve sonrasında Bolşevik politikanın gelişimini yadsıyarak, ancak Stalin ve Lenin’in 1913-1916 arasında yazdıklarıyla sınırlı kalıyor.

Özellikle:

Sonraki Bolşevikler kendilerini Stalin tarafından 1913’te ortaya atılan uluslaşma kriteriyle sınırlamadılar [24]. 1917 devrimi zamanında belirgin bir ulusları ya da uyrukları olmayan mazlum halk için kendi kaderini tayin hakkını savundular ve uyguladılar. Kendi kaderini tayin hakkının, sadece ayrılma vasıtasıyla ifade edilebileceğine dair görüşün ötesine geçtiler. Bunun yerine, kendi kaderini tayin hakkını, çeşitli federasyon yapılarıyla hayata geçirmeyi kabul ettiler. Kendi kaderini tayin hakkını her zaman bölgesel olmayan bir tarzda uyguladılar. Azınlık halklarının ulusal kültürlerine yönelik tutumları, tarafsız değildi. Bunun yerine, siyasi ve devlet kaynaklarının önemli kısmını, bu kültürlerin gelişimini planlamaya ve teşvik etmeye adadılar [25]. Bütün bu noktalar üzerinde, Bolşevik deneyim, şu anda Bolivya’da ve diğer Latin Amerika ülkelerinde uygulanmakta olan yerli halklara yönelik devrimci politikalara sıkı sıkıya uymuştur.

Ekoloji ve materyalizm

Son olarak, ekoloji üzerine birkaç söz. Dünyanın yaşadığı ekolojik kriz üzerine en cesur hükümet açıklamaları Küba, Bolivya ve Latin Amerika’daki diğer anti-emperyalist hükümetler tarafından dillendiriliyor [26]. Yerli mücadelelerinin etkisi burada hissediliyor. Bolivya devlet başkanı Evo Morales, “tarih tarafından, bizi doğayı ve yaşamı savunmak için verilen mücadelenin öncü kuvvetlerine dönüştürmeye davet edilmiş” yerli halkların öncü rolüne dikkat çekiyor [27].

Bu iddia, birçok yerli hareketinin ekolojiye, doğaları gereği devrimci bir yaklaşım sergilemelerine dayanıyor. Birinci Dünya ekolojik tartışmalarının çoğu, doğal yaşama karşı kendiliğinden yıkıcı olan kapitalist ekonomik sistemin mümkün olduğunca korunmasını hedeflemek suretiyle, karbon ticareti, vergilendirme ve maliyet gibi teknik aygıtlara ve pazar eğilimlerine odaklanıyor. Yerli hareketi ise, bunun tersine, bazen “Toprak Ana’yı Özgürleştirin” sloganında da ifade edildiği gibi, insanoğlunun doğal çevremizle yeni tür bir ilişkisi talebiyle işe başlıyor [28].

Bu hareketler taleplerini sıklıkla, alışık olmadığımız atalara dayanan-ruhani-bilgece bir terminolojiyi kullanarak ifade ederler –ancak bu sözcüklerin arkasında, materyalizmin bir çeşidi olarak görülebilecek bir dünya görüşü yatar. “Fetih-öncesi And toplumu”, diyor Perulu yerli lideri Rosalía Paiva, “her biri bütünün bir parçasıydı ve hepsi toprağın. Toprak asla bize ait olamaz çünkü biz onun oğulları ve kızlarıyız ve biz toprağa aitiz” [29].

Bolivyalı yerli yazar Marcelo Saavedra Vargas, “materyalizmi reddeden kapitalist toplumdur. Madde dünyası üzerinde savaşır ve onu imha eder. Biz ise, diğer taraftan, madde dünyasına sarılırız, kendimiz onun parçası olarak görür ve ona göz kulak oluruz” [30].

Bu yaklaşım, John Bellamy Foster tarafından “Marx’ın Ekolojisi”nde sunulan Marx’ın düşüncesini andırır. “Toprak Ana’yı Özgürleştirin”i “metabolik çatlağı kapatın”a eşdeğer olarak yorumlamak, her yönden uygundur [31].

Hugo Chávez, Venezüella’da 21. Yüzyıl Sosyalizmi’nin sadece Marksizm’e değil Bolivarcılık’a, Yerli Sosyalizmi’ne ve Hıristiyan devrimci geleneklerine de dayanacağını söylüyor [32]. Latin Amerika Marksizm’inin, Shanin’in yerli devrimci gelenekleri olarak adlandırdığı bu yolla birlikte kenetlenme kapasitesi, canlılığın ve umudunun bir işaretidir.

Perulu Marksist ve yerli lideri Hugo Blanco tarafından anlatılan bir hikâyeyle bitireceğim. Topluluğunun üyelerinden biri, Cuzco yakınındaki bir Quechua köyüne doğru, birkaç İsveçli turiste rehberlik ediyormuş. Yerli topluluğunun kolektivist ruhundan etkilenen bir turist, “bu komünizm gibi bir şey” demiş. “Hayır” diye yanıtlamış rehber, “Komünizm bunun gibi bir şey” [33].

Notlar:

[1] Links International Journal of Socialist Renewal’ın içinde “Alvaro García Linera, Indianismo and Marxism” (Richard Fidler tarafından İngilizce’ye çevrilmiştir),. David Bedford, Canadian Journal of Native Studies’in içinde “Marxism and the Aboriginal Question: The Tragedy of Progress,”, vol. 14, no. 1 (1994), 102-103. Hugo Blanco Galdos, yazara mektup, December 17, 2007.

[2] Karl Marx, “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı”, Karl Marx, Frederick Engels, Seçme Çalışmalar, Moscow: Progress Publishers, 1969, vol. 1, p. 504.

[3] Gustavo Pérez Hinojosa, “La heterodoxia marxista de Mariátegui.” Rebelión, October 30, 2007.

[4] Néstor Kohan, “El marxismo latinoamericano y la crítica del eurocentrismo,” in Con sangre en las venas, Mexico: Ocean Sur, 2007, pp. 10, 11.

[5] Bkz, örneğin, V.I. Lenin’in Komünist Enternasyonal’in 2.Kongresi’ne Ulusal ve Sömürge Sorunları üzerine raporu, Seçilmiş Çalışmalar içinde, Moscow: Progress Publishers, 1969, vol. 31, pp. 240-41; ve müteakip kongre tartışmaları ve kararları, John Riddell’in editörlüğündeki, Workers of the World and Oppressed Peoples, Unite!’ın içinde, New York: Pathfinder Press, 1991, vol. 1, pp. 216-290.

[6] Hinojosa, “Mariátegui.”

[7] Kohen, “Eurocentrismo,” p. 10.

[8] García Linera, “Indianismo.”

[9] Kohen, “Eurocentrismo,” p. 10.

[10] Ernesto Che Guevara, Che Guevara Reader içinde “Message to the Tricontinental”, Melbourne: Ocean Press, 2003, p. 354.

[11] Bkz, örneğin, Ernesto Che Guevara, Apuntes críticos a la Economía Política, Melbourne: Ocean Press, 2006, pp. 9-20’nin içinde “Algunas reflexiones sobre la transición socialista,”– Aynı zamanda Bkz: Che Guevara’s Final Verdict on the Soviet Economy

[12] Kohan, “Eurocentrismo,” pp. 10-11.

[13] Ibid., p. 11

[14] Teodor Shanin, ed., Late Marx and the Russian Road: Marx and the “Peripheries of Capitalism,” New York: Monthly Review Press, 1983.

[15] Shanin, Late Marx, p. 124.

[16] Ibid., p. 12, 102-103.

[17] Lawrence Krader, ed., The Ethnological Notebooks of Karl Marx, Assen, NE: Van Gorcum, 1972.

[18] Karl Marx, Frederick Engels, Seçilmiş Çalışmalar, Moscow: Progress Publishers, 1989, vol. 24, pp. 358-59.

[19] Christine Ward Gailey, “Community, State and Questions of Social Evolution in Marx’s Ethnological Notebooks,” in Anthropologica, vol. 45 (2003), pp. 47-48.

[20] Antonio Gramsci, “The Revolution against Das Kapital”

[21] Shanin, Late Marx, p. 255.

[22] Marc Becker, “Mariátegui, the Comintern, and the Indigenous Question in Latin America,” in Science & Society, vol. 70 (2006), no. 4, p. 469, quoting from José Carlos Mariátegui, “Anniversario y Balance” (1928).

[23] Moshe Lewin, Russian Peasants and Soviet Power, New York: W.W. Norton, 1968, p. 85.

[24] J.V. Stalin, “Marksizm ve Ulusal Sorun”, Moscow: FLPH, 1954, vol. 2, p. 307.

[25] See Jeremy Smith, The Bolsheviks and the National Question, 1917-23, New York: St. Martin’s Press, 1999; John Riddell, “The Russian Revolution and National Freedom.” Socialist Voice, November 1, 2006.

[26] Bkz, örneğin, Evo Morales, Felipe Perez Roque, “Bolivia and Cuba Address the UN: Radical Action Needed Now to Stop Global Warming.” Socialist Voice, September 26, 2007.

[27] Ibid.

[28] York Üniversitesi’nde Kuzey Cauca (Kolombiya) Yerli Konseyleri Derneği’nden Vilma Amendra tarafından yapılan bir sunumdan, 11 Ocak 2008.

[29] Address to Bolivia Rising meeting in Toronto, April 5, 2008.

[30] Marcelo Saavedra Vargas ile röportaj, April 21, 2008.

[31] John Bellamy Foster, Marx’ın Ekolojisi: Materyalizm ve Doğa, New York: Monthly Review Press, 2000.

[32] Bkz, örneğin, Chávez’in 15 Aralık 2006 verdiği demeç, “Chávez Calls for United Socialist Party of Venezuela” yazısında özetlenmiş, Socialist Voice, 11 Ocak 2007.

[33] Toronto’da Blanco’nun gayrı resmi bir topluluğa sunduğu yorumlar, 16 Eylül 2008.

* Bu makale Riddell’in 26 Nisan 2008 tarihinde, Toronto’da bulunan York Üniversitesi’nde gerçekleşen Tarihsel Materyalizm konferansında yaptığı konuşmaya dayanmaktadır.

* John Riddell: Socialist Voice dergisi editör yardımcısı ve dokümanlar, demeçler, bildiriler ve açıklamalardan oluşan altı ciltlik “Lenin’in Zamanında Komünist Enternasyonal” eserinin editörü.

18 Haziran 2008

Hiç yorum yok: