30 Ekim 2007 Salı
EZLN: Bir Açıklama, Belki de Bir Veda Mektubu
Ulusal ve Uluslararası Sivil Topluma, Bayan, Bayım, genç kişi, erkek, kız...
Bu bir veda mektubu değildir. Zaman zaman öyle, yani veda mektubuymuş gibi görünebilir, ama öyle değil. Bir açıklama mektubu. En azından buna girişeceğiz. Bu, önce bir bildiri olacaktı, ama bu biçimi tercih ettik, çünkü iyi ya da kötü, sizlerle konuştuğumuzda hemen her zaman kişisel bir tonu yeğledik.
Bizler Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu’nun erkekleri, kadınları, çocukları ve yaşlılarıyız. Belki bizleri anımsıyorsunuz - 1 Ocak 1994’te silahlı bir ayaklanma başlattık ve o günden bu yana, unutulmaya karşı bir savaş yürütüyoruz ve çeşitli hükümetlerin bize karşı sürdürdükleri başarısız imha savaşına karşı direniyoruz. Meksika denilen bu ülkenin en uç köşesinde yaşıyoruz. “Yerli Halklar” denilen köşede. Evet, aynen öyle, çoğul. Çünkü burada saymayacağımız nedenlerden dolayı bu köşede çoğul her şey için kullanılmakta: acı çekiyoruz, ölüyoruz, savaşıyoruz, direniyoruz.Şimdi, iyi bildiğiniz üzere, ’94 başlangıcının şafağından bu yana, -önce ateşle, ardından da sözcükle sürdürdüğümüz- mücadelemizi, çabalarımızı, yaşamımızı ve ölümümüzü münhasıran Meksika’nın yerli halklarına, haklarının ve kültürlerinin tanınmasına adadık. Bu, doğaldı - biz Zapatistalar ağırlıklı olarak yerlileriz. Daha doğrusu Maya yerlileri. Ama buna ek olarak, bu ülkede yerliler -Ulus’un büyük dönüşümlerinin temelini oluşturmalarına karşın- hâlen en çok saldırıya uğrayan ve en fazla sömürülen toplumsal gruptur. Kimseye merhamet göstermedikleri askerî savaşları ve “siyaset” kisvesi altında yürütülen savaşları -yağma, fetih, itlaf, marjinalleştirme, cehalet savaşları- yerlilere karşı olanlardır. Bize karşı yürütülen savaş o denli yoğun ve acımasızdı ki, yerlinin ancak yerli olmaktan vazgeçtiğinde… ya da öldüğü zaman marjinalleşme ve yoksulluk koşullarından kaçınabileceğini düşünmek, rutin hale gelmişti. Ölmemek ve yerli olmaktan vazgeçmemek için savaştık. Sırtlarımızda yükselen bu ülkeye -diri ve yerli olarak- ait olmak için savaştık. Belirleyici anlarında üzerinde yürüdüğü (hemen her zaman yalın) ayakları olduğumuz Ulus. Toprağı meyveye durduran, her şeyi olanların onca böbürlendiği büyük binaları, yapıları, kiliseleri ve sarayları inşa eden kolları ve elleri olduğumuz Ulus. Söz, bakış ve tarzla, yani kültürle kökü olduğumuz Ulus.
Yaralı olduğumuz için mi hakaretler yağdırıyoruz? Belki de, altı Haziran’da olduğumuz için. Sadece ayaklanmamızın, tepedeki otoriterlik nedeniyle sağır ve dilsiz olan bir Ulus’a “İşte buradayız!” diye haykırmaktan ibaret olmadığına işaret etmek istiyoruz. O, aynı zamanda, “Biz buyuz ve bu olmaya devam edeceğiz… ama artık saygınlıkla, demokrasiyle, adaletle, özgürlükle” demekti aynı zamanda. Bunu iyi biliyorsunuz, çünkü başka şeylerin yanı sıra, o günden beri bizlere eşlik ediyorsunuz.
Ne yazık ki, bu yola adanmış 7 yıldan sonra, 2001 Nisanı’nda, tüm partilerden (öncelikle de PRI, PAN ve PRD) siyasetçiler ve kendi deyişleriyle “Birliğin üç dalı” (başkanlık, kongre ve mahkemeler) Meksika’nın yerli halklarının hakları ve kültürünün anayasal tanınmasını reddetmek üzere bir ittifak oluşturdular. Ve bunu yükselen ve bu amaçla bir araya gelen büyük ulusal ve uluslar arası harekete aldırmadan yaptılar. Medya dahil büyük çoğunluk, hesabın kapatılmasından yanaydı. Ama siyasetçiler kendilerine para getirmeyecek hiçbir şeyi önemsemezler; yıllar önce San Adrés Anlaşmaları imzalandığında ve COCOPA anayasal reform önerisi taslağı hazırladığında kabul ettikleri öneriyi, bu kez reddettiler. Reddettiler, çünkü aradan kısa bir zaman geçtiğinde herkesin unutacağını düşünüyorlardı. Ve belki pek çok insan unuttu, ama biz unutmadık. Bizim belleğimiz var ve onlardı: PRI, PAN, PRD, Cumhurbaşkanı, milletvekilleri ve senatörler ve Anayasa Mahkemesi. Evet, yerli halklar günümüzde bu Ulus’un yumuşak karnı olmayı sürdürüyor ve 500 yıldır aynı ırkçılığın acısını çekiyorlar. Seçimlere (bir başka deyişle onlara kâr sağlayacak konumları güvence altına almak için) hazırlandıkları bugün ne söyledikleri önemli değil: çoğunluğun iyiliği için hiçbir şey yapmayacaklar; para olmayan hiçbir şeye kulak vermeyecekler.
Biz Zapatistalar bir şeyden gurur duyuyorsak o da söze önem vermemizdir; dürüst ve ilkeli söze. Tüm bu süre boyunca sizlere, taleplerimizi elde etmek için diyalog ve müzakere yolunu deneyeceğimizi söyledik. Barışçı mücadelede büyük çabalar göstereceğimizi söyledik. Yerli mücadelesi üzerinde odaklanacağımızı söyledik. Ve öyle de oldu. Sizlere ihanet etmedik. Bu soylu davaya cömertçe katkıda bulunduğunuz yardımların tümü, yalnızca buna kullanıldı, başka hiçbir şeye değil. Hiçbir şeyi başka bir alanda kullanmadık. Meksika’dan ve dünyadan aldığımız tüm insanî yardım yalnızca Zapatista yerli cemaatlerin yaşam koşullarının iyileştirilmesinde ve yerli hakları ve kültürünün tanınması yönündeki barışçı girişimlerde kullanıldı. Alınanlardan hiçbir şey silah elde etmede ya da savaş hazırlıklarında kullanılmadı. Yalnızca buna ihtiyacımız olmadığından değil (EZLN askerî kapasitesini 1994’ten bu yana olduğu gibi korudu), ama her şeyden önce, yardımlarınızın bir şey için olduğunu söyleyip, başka bir şey için kullanmak dürüstçe olmayacağı için. Adaletli ve saygın bir barış için alınan yardımın bir milimi bile savaş için kullanılmadı. Savaşmak için yardıma ihtiyacımız yoktu. Barış içinse, evet.
Tabii, sözümüzü Meksika’daki ve dünyadaki başka mücadelelere gönderme yapmak (ve kimi durumlarda onlarla dayanışmamızı ifade etmek) için kullandık; ama o kadar. Ve pek çok kez, daha fazlasını yapabileceğimizi bilmemize karşın, kendimizi engellememiz gerekti, çünkü çabalarımız -sizlere de söylediğimiz gibi- münhasıran yerlilerle ve onlar içindi. Kolay olmadı. 1,111’lerin Yürüyüşü’nü anımsıyor musunuz? 1999’daki 5000’lerin Consulta’sını? 2001’deki Yeryüzünün Rengi Yürüyüşünü? O zaman campesino’lara (köylüler), işçilere, öğrencilere, öğretmenlere, çalışanlara, eşcinsellere ve lezbiyenlere, genç insanlara, kadınlara, çocuklara, yönelen haksızlıklar ve nefreti görüp duyduğumuzda neler hissettiğimizi varın siz düşünün. Yüreğimizin neler hissettiğini düşünün.
Acı, öfke, bize ait olduğu için tanıdığımız bir kızgınlık duyduk. Ama bu kez ötekinde olduğu için bizi etkiliyordu. Ve daha genişlemeyi istememizi sağlayan, daha kolektif, daha ulusal olmasını esinleyen “Biz”i duyduk. Ama hayır, sadece yerli demiştik, buna sadık kalmalıydık. Sanırım tarzımız böyle; sözümüze ihanet etmektense ölümü yeğleriz.
Şimdi başka bir şeyler söyleyip yapabilmek üzerine yüreğimize danışıyoruz. Eğer çoğunluk evet derse, o zaman bunu yapmak için olanaklı her şeyi yapacağız. her şeyi, gerekirse ölmeyi de. Dramatik görünmek istemiyoruz. Sadece ne kadarına talip olduğumuzu açığa çıkartmak için söylüyoruz bunu. Bir başka deyişle, “bize bir konum, bir miktar para, bir vaat, bir adaylık verilmesine kadar” değil.
Belki birileri, altı ay önce, “ne kayıpsa kayıptır”la başladığımızı anımsayacaktır. Şu hâlde, kayıp olanı bulmaya çalışıp çalışmayacağımıza karar verme vakti geldi. Bulmak değil, inşa etmek. Evet, “başka bir şeyi inşa etmek”.
Son birkaç güne ait bildirilerden bazılarında, bir iç danışmaya girdiğimizi sizlere duyurmuştuk. Kısa sürede sonuçları alacağız ve sizi bunlardan haberdar edeceğiz. O zamana dek, size mektup yazma fırsatını değerlendiriyoruz. Sizlere hep içtenlikle seslendik; yüreğimiz ve koruyucumuz olana, Votan Zapata’ya, Zapatista cemaatlere, kolektif komutamıza da.
Güç ve zor bir karar olacak, tıpkı yaşamımız ve mücadelemiz gibi. Dört yıl boyunca, halklarımıza kapı ve pencereleri sunabilecek koşulları hazırlamakla uğraştık; öyle ki, günü geldiğinde, herkes, hangi pencereden bakacağını ve hangi kapıyı açacağını seçebilmesini sağlayacak tüm bileşenlere sahip olsun. Ve bizim yolumuz bu. Bir başka deyişle, EZLN önderliği yönetmez; bunun yerine yolları, adımları, eşlik etmeyi, yönü, hızı, hedefi arar. Birkaç tane. Sonra da halklara yolları sunar ve onlarla birlikte şu ya da bu yolu izlediğimizde neler olacağını tartışır. Çünkü, üzerinde ilerlediğimiz yola bağlı olarak, iyi olabilecek şeyler de vardır, kötü olabilecek şeyler de. Ve sonra onlar -Zapatista cemaatler- düşüncelerini söyler ve tartıştıktan sonra ve çoğunluk olarak nereye gideceğimizi kararlaştırır. Ve emri verirler ve EZLN önderliği, işi örgütlemek, o yolu yürümek için ne gerekiyorsa hazırlamak zorundadır. Tabii EZLN önderliği yalnızca onlara ne olduğuna bakmaz, aynı zamanda halklara bağlı olmak ve onların yüreklerine dokunmak, söyledikleri gibi, onlarla bir olmak zorundadır. Sonra hepsi bizim bakışlarımız, bizim kulağımız, bizim düşüncelerimiz, bizim yüreğimiz olur. Ama, şu ya da bu nedenden dolayı, önderlik hepimiz gibi bakmıyor, veya duymuyor, veya düşünmüyor veya hissetmiyorsa? Ya da bir kısım görülmüyor, başka bir şey duyulmuyor, diğer düşünceler düşünülmüyor ya da hissedilmiyorsa? Herkese danışılmasının nedeni budur. Herkese sorulmasının nedeni budur. Herkesten onay alınmasının nedeni budur. Çoğunluk hayır diyorsa, o zaman önderlik başka bir yol aramak, ve biz kolektif olarak bir karara varana dek halklara başka bir yol sunmak zorundadır. Başka bir deyişle, halk yönetir. Şimdi kolektifi oluşturan bizler bir karara varacağız. Lehte ve aleyhteki noktaları tartıyorlar. Neyin yitirilip neyin kazanılacağını dikkatle hesaplıyorlar. Kaybedilecek olanın az olmadığı görülürse, buna değip değmeyeceği kararlaştırılacak. Belki bazı kişilerin tartılarında elde ettiklerimize fazlaca ağırlık verilecek. Belki başkalarınınkinde, toprağımızın ve göklerimizin İktidarın aptalca açgözlülüğüyle tahrip edildiğini görmenin verdiği öfke ve utanç, daha ağır basacak. Her durumda, bir külhanbeyi çetesi Patria’mızı (Vatan -ç.) ona ve herkese varoluşunu sağlayan şeyden, saygınlıktan yoksun bırakırken, edilgin kalıp salt seyretmekle yetinemeyiz.
Ah, evet, şimdi önümüzde pek çok dönemeç var. Size belki de son kez, destek vaadinizi iade etmek için yazıyoruz. Yerli mücadelesinde kazandıklarımız az değildi ve bu da, -size hem özel, hem de kamusal olarak söylediğimiz üzere- yardımlarınız sayesinde oldu. Sanırız biz Zapatistaların, bu noktaya kadar sizlerle birlikte inşa ettiklerimizden, hiçbir utanca yer bırakmaksızın, gurur duyabilirsiniz. Ve sizin gibi insanların yanımızda yürümüş olmasının bizler için bir onur olduğunu bilin.
Şimdi başka bir şey yapıp yapmayacağımıza karar vereceğiz, ve sonuçları uygun zamanda kamuoyuna açıklayacağız. Şimdi -spekülasyonların önüne geçmek için- bu “başka bir şey”in bizim tarafımızdan herhangi bir askerî saldırı eylemi olmadığını açıklıyoruz. Kendi adımıza biz, saldırgan askerî mücadeleyi yeniden başlatmayı ne planlıyor ne de tartışıyoruz. 1994 Şubat-Mart’ından bu yana, tüm askerî mevcudiyetimiz savunmaya yönelik olagelmiştir. Hükümet de, kendi adına, federal kuvvetler ya da paramiliterleri eliyle saldırı savaşı hazırlıkları yürütüp yürütmediğini açıklamalıdır. VE PRI ve PRD de, Chiapas’da destekledikleri paramiliterlerle bize karşı saldırı planlayıp planlamadıklarını açıklamalıdır.
Eğer Zapatista çoğunluğun kararı bu yönde olursa, bize şimdiye dek münhasıran yerli olan mücadelemizde omuz vermiş olanlar, herhangi bir utanç ya da pişmanlık duymaksızın, Comandante Tacho’nun, iki buçuk yıl önce, 2003 Ocağında San Cristóbal de Las Casas meydanında değindiği “başka bir şey”den kendilerini uzaklaştırabilirler. Ayrıca, şu andan itibaren bu ilişki kesmeyi doğrulayan ve iş başvurularında, CV’lerde, kahve sohbetlerinde, yayın kurullarında, yuvarlak masa toplantılarında, kapalı tribünlerde, forumlarda, sahnelerde, cilt kapaklarında, dipnotlarda, kolokyumlarda, adaylıklarda, teselli kitaplarında ya da gazete sütunlarında kullanılabilecek ve, bunlara ek olarak, her mahkemede savunma kanıtı olarak gösterilebilecek bir bildiri yayınlanmıştır (gülmeyin, bu olayın bir içtihadı var: 1994’te, kötü bir hükümet tarafından tutuklanan -ve Zapatista olmayan- bazı yerliler, CCRI-CG’nin bu kişileri EZLN’nin yaptıklarından aklayan bir mektubu sayesinde yargıç tarafından serbest bırakılmışlardı. Bir başka deyişle, avukatların dediği gibi “bunun içtihadı var.”)
Ama yüreklerinde yeni sözümüzün -küçük de olsa- bir yankısını bulanlar ve seçtiğimiz yol, adım, hız, eşlik ve hedefin çağrısını hissedenler, belki, “başka bir şey” olduğunu bilerek yardımlarını yenilemeye (ya da doğrudan katılmaya) karar verebilirler. Aynen öyle; hilesiz, ihanetsiz, ikiyüzlülükten, yalanlardan uzak.
Kadınlara teşekkür ediyoruz. Bize yardım eden, bize eşlik eden ve pek çok kez acılarımızı ve adımlarımızı paylaşan tüm kızlara, yeniyetmelere, genç kadınlara, señorita’lara, señora’lara ve ihtiyarlara (ve 12 yıl boyunca birinden diğerine değişenlere). Bize yardım edip bizimle yürüyen, Meksikalı ya da başka ülkelerden, hepsine. Yaptığımız her şeyde siz büyük çoğunluktunuz. Belki de sizlerle, herkes kendi yerinde ve tarzında olmak üzere ayırımcılığı, aşağılanmayı…ve ölümü paylaştığımız için.
Kendini hükümet görevleri, harcırahlar, güçlülerin “yerlilere ve hayvanlara layık” dedikleri pohpohlamalara satmayan ulusal yerli hareketine teşekkür ediyoruz. Sözümüze kulak verenlere ve sözlerini bizden esirgemeyenlere. Yuvasını, yüreğini bizlere açanlara. Saygınlıkla direnenlere ve direnmeyi sürdürenlere, yeryüzünün bizim oluşturduğumuz rengini yükseklere taşıyanlara.
Meksika’nın ve dünyanın genç erkek ve kadınlarına teşekkür ediyoruz. O ’94 yılında çocuk ya da yeniyetme olup, kulaklarını ve gözlerini kapatmadan soyluca büyüyenlere. Gençliğe erişenlere ya da takvimden kopartılan yapraklara karşın orada kalıp koyu tenli ellerimize isyanlarının elini uzatanlara. Gelip saygın yoksulluğumuz, mücadelemiz, umudumuz ve çılgın girişimimizle günlerini, haftalarını, aylarını, yıllarını paylaşmayı seçenlere.
Eşcinsellere, lezbiyenlere, transseksüellere, cinsiyet-ötesi kişilere ve “kendi tarzındaki herkese” teşekkür ediyoruz. Gizlenmenin bir kusur olmadığı bilinciyle farklılığa saygı mücadelelerini bizimle paylaşanlara. Cesaretin testosteronla hiç mi hiç ilişkisi olmadığını gösterenlere ve bizlere tekrar tekrar aldığımız saygınlık ve soyluluk derslerinin en güzellerinden bazılarını verenlere.
Meksika’dan ve dünyadan, yerliler için mücadelemize omuz veren aydınlara, sanatçılara, bilim insanlarına teşekkür ediyoruz. Pek az hareket ya da örgüt, arkasında bu denli zeka, deha ve yaratıcılığın (her zaman eleştirel, ve onlara bunun için teşekkür ediyoruz) desteğinin bulunmasıyla övünebilir. Sizlere hep kulak verdiğimizi ve görüşlerinizi paylaşmadığımız zamanlarda dahi sizleri saygı ve dikkatle dinlediğimizi, taşıdığınız ışıktan bir şeylerin karanlık yollarımızı aydınlatmada yardımcı olduğunu zaten biliyorsunuz.
Gördüklerini ve duyduklarını tüm dünyaya hakikate bağlı kalarak duyuran ve seslerimize ve yolumuza, onları çarpıtmaksızın saygı gösteren dürüst basın emekçilerine ve saygın medyaya teşekkür ediyoruz. Mesleğinizin icrasında yaşadığınız, yaşamlarınızı riske attığınız, saldırılara uğradığınız ve bizler gibi, adalet bulamadığınız bu zor günlerde sizlerle dayanışmamızı ifadelendiriyoruz.
Ve kimseyi ihmal etmeden, dürüstçe ve içtenlikle bize yardımcı olan herkese teşekkür ediyoruz.
Bu mektubun başında, bunun bir veda olmadığını söylemiştim. Ama öyle görünüyor ki, kimileri için bu bir veda. Diğerleri için ise, ne olacaksa, o, yani bir vaat… Çünkü kayıp olan, artık görülebiliyor….
Vale. Selamlar ve yürekten yüreğe, her şey için teşekkürler.
EZLN Zapatistaları adına.
Meksika Güneydoğusu dağlarından.
İsyancı Subcomandante Marcos
Meksika, 2005 yılının altıncı ayı.
Not - Artık futbol oynamaktan söz etmediğimizi görebiliyorsunuz. Ya da salt bunu düşünmediğimizi. Çünkü bir gün Milano Internazionale’siyle oynayacağız. Biz, ya da bizlerden geriye kalanlar.
(*)Yazar EZLN/Subcomandante Insurgente Marcos, 1:24 am 21 Haziran 2005
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder