6 Ocak 2008 Pazar

Durito'yla Söyleşiler: Neoliberalizm ve Zapatistaların Öyküleri


Yürümenin, daha doğrusu yaşamanın büyük doğruları yoktur, hesapladığında oldukça küçük olduklarını görürsün. Gece, biz güne ulaşmak için yürüdüğümüzde gelir. Yalnızca yakın hedeflere bakarsak, kısa mesafeler kat ederiz. Çok uzaklara bakarsak da çok sendeleriz, yolumuzu kaybederiz.' Koca Antonio dinlenirken soruyorum: 'Uzağa ve de yakına bakmayı nasıl öğreneceğiz? '

Koca Antonio sigarasını ve sesini tazeliyor. 'Konuşarak ve dinleyerek. Yakında olanlarla konuşarak ve onları dinleyerek. Uzakta olanlarla konuşarak ve onları dinleyerek.' Koca Antonio elini tekrar yıldıza doğru uzatiyor. Eline bakıp 'Hayal ederken yukarıdaki yıldızı görmelisin, savaşırkense yıldızı işaret eden eli. Hayat budur. Bakışını sürekli olarak kaldırıp indirmektir...' diyor.


Roman, hakikatin kendisi gibi, hepimizin bildiği ve hepimizin başına gelen tarih gibi, durulmak ya da kendini izah etmek arzusu olmaksızın dans eden ve bir yerden ötekine sıçrayan parantezler, gizli tehlikeler, dönencelerle doludur.
--Paco Ignacio Taibo II

Héctor Belascoarán Shayne'i tanıyor musunuz? Baba tarafından Bask, anne tarafından İrlandalı. ABD'den yüksek lisanslı bir mühendis. Daha doğrusu, eski mühendis. Zira 1970'lerin başında dolgun bir maaşı, iyi bir evi, bir de eşi varken, zor olsa da, sezgisel olarak kendini huzursuz eden bu hayatı, bildiği tek hayatı, geride bırakmış. Özel, kendi tabiriyle, bağımsız dedektif olarak yeni bir hayata başlamış. Hem de böyle bir mesleğin daha önce hiç işitilmediği, fakat her şeyin mümkün kabul edildiği bir ülkede. Meksika'da. Nadir bir şahsiyet, anlayacağınız. Babası İspanya İç Savaşı'nda Cumhuriyetçilerin safında savaşmış. Erkek kardeşi sosyalist bir sendikacı. Ofisini bir tesisatçı, bir döşemeci ve kanalizasyon uzmanı genç bir mühendisle paylaşıyor. İyi bir plak koleksiyonu var. Sigaraya ve gazoza düşkün. Tanıştığımızda sene 1977'ydi. Belascoarán Shayne Mexico City kadar parçalanmıştı. Terk ettiği orta sınıf hayatı hafızasında henüz çok tazeydi. Gönlü yaralıydı, atkuyruklu sevgilisi kendinden uzakta, Avrupa'daydı. Annesini yeni kaybetmişti. Hükümetin gazoz fiyatlarına sürekli yaptığı zamdan şikâyetçiydi. Yalnızlıktan mustaripti. Ve sadece 31 yaşındaydı.

Polisiye severler, Meksikalı eylemci, tarihçi ve yazar Paco Ignacio Taibo II'nin meşhur kahramanından bahsettiğimi anlamış olmalı. Türkiyeli okur, kendisiyle tanışma fırsatını 2000'li yılların başında yakaladı. Fakat Belascoarán Shayne polisiyeleri ne yazık ki kronolojik olarak çevrilmedi Türkçeye. Altı kitaplık dizinin önce üçüncüsü yayımlandı. 1980'lerin başında geçen Mutlu Son Yoktur'da (Everest, 2002) Belascoarán Shayne tek gözünü hâlihazırda kaybetmişti. Sağlam kalan gözü ülkesindeki siyasi pisliklerin faillerinin peşinde koşarken iyice kararmıştı ve bu durum hayatına mal olacaktı. Bunu dizinin ikinci kitabı izledi. Havada Bulut (Agora Kitaplığı, 2003), Belascoarán Shayne'i delik deşik olmuş bedenine yağmur yağarken terk eden okuru şaşırtmış olmalı. Gerçi insan dizinin dördüncü kitabında da şaşırmadan edemiyor. Aynı Şehre Dönüş (Everest, 2005), tek cümlelik bir özdeyişle başlar: "Her diriliş seni daha da yalnız kılacak." Ve Belascoarán Shayne biricik aşkına sorar: "Kaç defa öldün?.. Ben öldüm. Birçok kez." Bu diriliş için Taibo II'nin bir özrü yoktur, ama kısaca bir açıklama yapar. Belascoarán Shayne'i hayata döndüren büyünün, Meksika'nın dirilişlerle dolu kültürel geleneğinin bir parçası olduğunu söyler. Belascoarán Shayne, 1980'lerin sonuna doğru dirilmiş, kendisini Cardenas muhalefetini bastırmaya çalışan Kurumsal Devrimci Parti adamlarının, arkeoloji kaçakçılarının, CIA ajanlarının içinde bulmuştur. Daha doğrusu, Nikaragua'da çevrilecek pis bir iş için, Meksika'da uyuşturucu karşılığında silah takası yapacak, vaktiyle Che Guevara'nın ellerini kesmiş olduğu söylenen bir ajanın peşinde!

An Easy Thing (Kolay İş), gözünü budaktan sakınmayan, sosyalizan, bir miktar müstehzi, hayli nihilist ve aşırı derecede kaderci kahramanımızın ilk macerası. Dizinin diğer kitapları gibi bir özdeyişle başlıyor. Mayakovski'den. "Bu hayatta, ölmek kolay iş. Yaşamak çok daha zordur." An Easy Thing'de tarih Şubat 1977'dir. Belascoarán Shayne aynı anda üç iş teklifini birden kabul eder. Eski porno, yeni pembe dizi yıldızı bir aktris, başı dertte olan kızı için kiralar dedektifimizi. Genç kız annesine derdini anlatmamaktadır. Grev tehdidi altındaki bir firmanın patronu, fabrikada ölü bulunan eşcinsel bir mühendis vakasıyla gelir. Patron, Meksika polisinin cinayeti kolayca grev hazırlığındaki sendikaya ihale edebileceğini açıkça kabul etmekte, fakat her nedense gerçek failin bulunmasını istemektedir. 50'li yaşlarda bir Meksikalı ise kendisine bir hikâyeyle gelir. Tarih kitaplarına göre 1919'da, Chinameca'daki bir plantasyonda ölümle son bulan, buna rağmen toplumsal hafıza sicillerinde devam etmiş bir hikâye... Müşterisi, Meksika Devrimi'nin efsanevi lideri Emiliano Zapata'nın hayatta olduğunu düşünmekte, Belascoarán Shayne'den artık 97 yaşında olması gereken Zapata'yı bulmasını istemektedir. Tüm bunlar yetmezmiş gibi, annelerinin ölümüyle üç kardeşe babalarından kalma bir vasiyet olduğu ortaya çıkar. Belascoarán Shayne, babasının her zaman evin bahçesinde gazete okurken gördükleri, sakin ve huzurlu adam olmadığını büyük bir şaşkınlıkla öğrenecektir. Üstelik vasiyet, işçi sınıfı adına İspanya'daki rejimle savaşan sendikalara ödenmesi gereken bir borçla ilgili yeni bir vaka daha yıkacaktır dedektifimizin omuzlarına.

Taibo II, dedektifimizin çözmeye çalıştığı vakalar çerçevesinde, her zaman yaptığını yapıyor ve bize kurumları artık iyice yozlaşmış Meksika Devrimi'nin 20. yüzyıl sonundaki sıra dışı hikâyesini anlatıyor. Sıradan insanların, işçilerin, seyyar satıcıların, lokanta işleten kadınların; daha kalburüstü olanların, bir aktrisin, kendisini geceleri radyodan insanlara umut dağıtmaya adamış bir dj'in, mühendislerin hayatlarına giriyor, Mexico City sokaklarında dolaşıyorsunuz. Bununla da kalmıyor. Güney Amerika'daki özgürlük mücadelesini, 2. Dünya Savaşı'ndaki direnişi, hayatlarını İspanya'daki faşistlerle savaşmaya adamış insanların hikâyelerini okuyorsunuz. Kısa sürede Türkçeye de çevrilmesini umalım

An Easy Thing, 1977'de yayımlanmış Cosa facil'in 1990'da yapılmış İngilizce çevirisi. 2005 baskısının iki özelliği var: Bu Britanya'da yayımlanan ilk Taibo II romanı. Taibo II'nin diğer tüm İngilizce çevirileri ABD'de yayımlanmıştı. Fakat daha ilginci, kitabın yayıncısı. Friction Books, Britanya'da muhteşem George olarak anılan Respect milletvekili solcu George Galloway'in The Daily Telegraph'a, kendi tabiriyle burjuvaziye, açtığı tazminat davasından kazanılmış parayla finanse edilen bir yayınevi. An Easy Thing ilk kitapları. Sırada diğer Taibo II'ler var. Bunların en çok merak uyandıranı, yakında Türkiye'de de yayımlanacak olan Muertos Incómodos (Münasebetsiz Ölüm). Altıncı Belascoarán Shayne polisiyesinin de bir özelliği var. Kitap çift imzalı. Hikâyenin ana kahramanlarından biri El Sup. Yani kitabın fikir babası ve ilk yazarı, adını Zapatista ayaklanmasıyla duyduğumuz Subcomandante Marcos'un ta kendisi! Zapatistalar adına on yılı aşkın bir süredir yayımlanan bildiriler, kendi imzasını taşıyan geleneksel hikâyeler ve çocuk kitapları sayesinde, Subcomandante'nin edebi mahareti hakkında kayda değer bir bilgimiz vardı zaten.

Taibo II, 1994'teki ayaklanmanın ilk günlerinde Zapatistaları, "Zümrüdüanka diriliyor" diye selamlamıştı:

Ülke 1994'e bir ayaklanmayla giriyor ve isyankârlar haricinde hiç kimse ne olduğunu anlamıyor. Kendilerine Zapatista diyorlar. Tarih kendini tekrar eder. Meksika'da her zaman tekrar eder. Taş devrinden kalma Marksistler tarihin kendini fars olarak tekrar ettiğini tekrarlamaktan asla usanmazlar ama bunun meseleyle bir alakası yok. Tarih kendini öç almak için tekrar eder. Meksika'da geçmiş seyahat eder, sürer, aramızda dolanır. Zapata temel imgedir: inatçılık, kısa süren fakat satılmamış bir rüya. [...] San Cristóbal'ı aldıklarında, Zapatistalar belediye arşivini, mali kayıtları, tapu senetlerini yaktılar. Tarihi arşivin yöneticisi onlarla pazarlık yaptı: "Arşivi yakmayacaksınız. Oradaki evrak bu şehrin kökeninin tarihini anlatıyor. 17. yüzyıl köylü isyanlarının ve Tzeltal ayaklanmasının tarihi var orada." Zapatista heyeti toplandı. Sadece arşivi yakmaktan vazgeçmediler, başına bir de nöbetçi diktiler. (Taibo 1994)

Taibo II, bundan tam on yıl sonra aldığı bir mektubun kendisi çok şaşırttığını anlatacaktır. Mektup Subcomandante Marcos'tandır ve kendisine ortak bir polisiye yazmayı teklif etmektedir. Bu tarihi fırsatı geri çevirmez Taibo II. Marcos'un yazdığı ilk bölüm geçen sene Aralık ayının başında La Jornada'da yayımlandı. Taibo II sonraki hafta sonu ikinci bölümü yazdı ve devamı geldi. Anlatılan siyasi iktidarın suiistimalidir. Aksi lakaplı Zapatista dedektifi Elias Contreras ile belki de gelmiş geçmiş en politik dedektif Belascoarán Shayne'in yolları, namlı mücrim Morales'in peşinde Mexico City'de kesişecektir.

İspanyolca bilip Türkçe çeviriyi bekleyemeyecek kadar sabırsız olanlar için geçtiğimiz bahar yayımlanan kitabı satın almak şart değil. Polisiyemizin güzel resimlerle bezenmiş 12 kısım tekmiline birden tefrika edildiği La Jornada'nın Web sitesinden erişilebilir.
http://www.jornada.unam.mx/incomodo/incomodo.php

Gene bir an evvel Türkçeye çevrilmesini umarak Belascoarán Shayne dizisinin beşinci kitabının adını da verelim: Suenos de frontera (1990); İngilizce çevirisi, Frontera Dreams (2002). Polisiye düşkünlerine, Güney Amerika ve toplumsal mücadeleler tarihi meraklılarına ve ders olsun diye, edebi bir tür olarak polisiyeyi hakir görenlere de bir tavsiyem olacak. Geçen sene yayımlanmış bir araştırma: Küba'da ve Meksika'da Polisiye Roman (Braham 2004). Héctor Belascoarán Shayne, daha önce de araştırmalara konu olmuştu. Ama bu kitabın içinde kendisine ayrılmış koca bir bölüm var.

İyi okumalar.

PIT II ile kısa (mutlu) bir konuşma

Yazmaya ne zaman ve nasıl başladınız?

Harfleri biraraya getirmeyi ilk öğrendiğimde, mantığımı kullanmaya başladığım ilk an. O zamandan bu yana yazmak benim alınyazım oldu. On bir yaşında bir dergi yayımlama yolunda ilerliyordum, on üçünde ilk kısa hikayemi yazdım. On beş yaşımdan beri gazeteciyim, beşimden beri meraklı bir okur ve ilk romanımı 20 yaşımda tamamlamayı becerdim, bereket versin hiçbir zaman yayımlanmadı. Bu saplantının, kendisi de bir yazar olan büyük amcam ve dünyadaki en iyi mesleğin ip cambazlığı ya da itfaiyecilik değil (bunlar şüphesiz en iyi ikinciler), yazarlık olduğunu düşünen gazeteci, romancı ve eleştirmen babam Paco Ignacio Taibo tarafından beslenen aile geleneğinin bir parçası olduğunu zannederim. Ben beş yaşımdayken babam çalıştığı gazeteden eve gece yarısı döner, gidip yatmak yerine yemek masanının üstüne gazete ve havlu serip üstüne de Olivetti daktilosunu kordu. Sonra da evdekileri uyandırmamak için olabildiğince az ses çıkararak romanını yazardı. Şafak sökene dek yazardı. Sessizce yataktan kaçar, masanın altına kıvrılırdım. Babamın tanıklık etmemi gerektiren çok önemli bir iş yaptığından emindim. Hayatımın ilk yıllarında bir Olivetti'nin ninnileriyle uyudum.

Ne tür bir teknik, nasıl bir program izliyorsunuz? Size ilham veren, kötü ruhları kovan bir tılsımınız var mı?

Gün boyu, her saatte yazarım. Müzikle çalışmaya meylim var -- ne kadar ritmik olursa, o kadar iyi. Richard Wagner ve Carlos Santana örneğin. Tek tılsımın iş değiştirmek. Doymak bilmez bir yazarım. Hemen şu an üç romana başlamış olabilirim, diğer üçünün notlarla taslağı çıkarılmıştır, 1920'lerin Meksikalı anarşistleri üzerine tarihsel bir makale, bir de çizgi-roman senaryosu. Birinden diğerine geçerim. Bir projede bir yere varamadığımı anladığım an onu terkeder, bir diğerine başlarım. Tıkandığım anlar vardır, o an geldiğinde karşı koymam, seyahat ederim ve kendimi orda burda amme yararına projelere yardım etmeye adarım.

Héctor Belascoarán Shayne ile ilk karşılaşmanız nasıl gerçekleşti? Fiziksel görünümünü ve entelektüel niteliklerini neye borçlu?

Héctor Belascoarán Shayne eleme sonucu doğdu ve fiziksel görünümünü çeşitli şeylere borçlu. Köksüz, orta sınıfın bir mültecisi, çılgınca meraklı, inatçı, yoldaşı Meksikalılara karşı mizahi duygularla yüklü ve bir parça melankolik. Aslında, fiziki görünümünü 15 yıl öncesinin modasını takip eden antropolog bir arkadaşıma, Sergio Perello'ya borçlu. Belascoarán Shayne 15 yıl geriden gelerek Belascoarán Shayne oldu. Romanlar boyunca aldığı yara berelerin de fiziksel görünümünü belirlediğini eklemeliyim: kaybedilmiş bir göz, hafif bir aksaklık, kemiklerini gıcırdatan rutubetin dehşeti.

Karakteri Sherlock Holmes'dan sıkılan Arthur Conan Doyle, daha sonra okurlarlarının ricasıyla diriltmek üzere, bir seferinde onu öldürdü. Belascoarán Shayne de Aynı Şehre Dönüş romanınızda yeniden dirilmişe benziyor. Sizi kontrol mu ediyor, yoksa tam tersi mi geçerli?

Birbirimizi kontrol ediyoruz. Onu ben öldürmedim, dramatik mantık, olayların gelişimi öldürdü. Sonra okurlar protesto ettiler. Destanın bitmediğine karar verdim ve onu hayata döndürdüm. Beyaz büyü!

Belascoarán Shayne ve Phillip Marlowe arasındaki nasıl bir ilişki var? Farkları ne?

Farklar yalnız kahramanın, yabancının yapısında: tek başına yaşama kabiliyeti, (Marlowe'da) arkadaşlara, (Belascoarán Shayne'de) belirli saplantılara bağlılık. Raymond Chandler'in karakteri rasyonel bir tarih içinde hareket ediyor, benimkiyse Kafkaesk ve yozlaşmış, kaotik bir atmosferle çevrili: Mexico City.

Yaygın popülerliğinizi neye borçlusunuz?

Alışılmamışlığa... Sanırım Meksikalı okur romanlarımda kırık bir ayna, onları ahlâki olmayan hakikate teslim olmamaya davet eden bir teklif buluyor.

Polisiye roman neden bu denli çekici?

Maceranın cazibesi, bilinmeyenin erdemleri, şehirleri ve eski gizemleri çözmeye yönelik inanılmaz bir kabiliyet, kısıtlı koşullarda varolan bir dizi karakter yüzünden. İyi roman iyidir, polisiye bir olay örgüsü varsa daha da iyidir...

Sizden önce, Meksika'da polisiye roman Chandler, Dashiell Hammett ve Ernest Hemingway'in kirli gerçekçiliğine bağlı değildi. Nasıl oldu? Bu yeni rabıtanın sebebi ne?

Aslında ben kelimenin en kötü, anlatıcıların anladığı manasıyla Chester Himes ve Jim Thomson'ın çirkin--kirli--kahrolası gerçekçiliğine bağlıyım. Buna kara mizah ve ahlaki konularda Kafkavari bir bükülme ekledim. Benimle aynı yıllarda yazan ve edebiyatı yıkıcı bir ifsat olarak gören bir anlatıcılar kuşağına aidiyet duyuyorum: Mánuel Vazquez Montalbán, Jerome Charyn, J. P. Manchette, Jean Francois Villar, Juna Carlos Martelli, Alberto Sperati, Per Wahloo, Robert Littell, Martin Cruz--Smith; benzeri bir biçimde, kurgusal olmayan tanıklıklar kaleme alan çağdaş bir yazarlar akımına: Rodolfo Walsh, Miguel Bonasso, Joseph Wambaugh ve Guillermo Thorndyke.

[...]

Meksika yozlaşmanın şiddetinden adaletin yokolduğu bir ülke. Sizin milli polisiye edebiyatınızın ana teması bu mu?

Evet, fikir bu. Suç, sistemin bir parçasını teşkil ediyor ve ona mantıksal ve tutarlı bir biçimde eklemlenmiş. Bu yüzden, çözüm de suçun bir parçası. Polisin, tüm yeraltı örgütlerden, Mafya'dan ve bir dizi marjinal çılgından daha fazla ölüme yol açtığı bir şehirde yaşıyorum. Luis Gonzales de Alba, 1968'deki Tlatelolco hareketinin öğrenci lideri, iki caddenin kesiştiği bir kavşakta, hiçbir zaman bir tramvay hattının bulunmadığı bir yerde ve şehrin öte tarafında binlerce kişiye konuşurken, bir tramvayı yaktığı için saçma bir şekilde dört yıl hapse mahküm edildi. Meşhur deyişi, elbette ona borçluyuz: "Polis her zaman suçlanmalıdır."

Ilan Stavans, “A brief (happy) talk with Paco Ignacio Taibo II”, The Literary Review 38, no. 1 (1994), s. 34-37'den
Çeviren: Özgür Gökmen

Kaynaklar:

Taibo II, Paco Ignacio. 1994. "Images of Chiapas: Zapatista! The Phoenix Rises", The Nation 258, no. 12.

Braham, Persphone. 2004. Crimes Against the State Crimes Against Persons: Detective Fiction in Cuba and Mexico. Minneapolis: University of Minnesota Press, 200 sayfa.

bir şeyi burnunu sokup götünü dışarda bırakmak üzerine bir yazı

bu eleştriyi yapıp yapmamak arasında çok gelip gittim ama yapmanın hem kendim açısından hemde eleştirel bir siyaset biçimi oluşturulması açısından
olumlu bir noktaya değineceği kanaati vardım.(burdaki yazıdaki eleştiride bir noktayı açıklamak gereği duyuyorum eleştiri salt bir olgu gibi düşünülemez
ve yapılan yorum eleştiriyi yapanında kapsamları içinde olduğu gerçeğini değiştirmez.)
(eleştiri hakkında ufak bir araştırma bakınız :Eleştiri Kuramları, Tahsin Yücel,J.C. Carloni,Jean-C. Filloux)

ilk önce bir iyi niyet tesbiti yapabilmeliyiz? peki nedir bu iyi niyet tesbitleri ... Bu tesbiti yaparken ilk önce sorunun ne olduğunu anlamak gerekiyor
dokunduğumuz ve yaşam alanları olan noktalardan başlayalım buraları değiştirmek sorunlara karşı direnişi ve isyanı örgütleyebilmek bence daha samimi gelebiliyor
bu noktada yazdıklarınızın bir çok kısmı bana mantıklı gelebilir ama ... bu sorun ne? demokratik bağımsız özerk üniversiteyse sorun ... demokrasi ne? bağımsızlık
ne ? özerklik ne?

Demokrasi, tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçimidir.Üniversiteye uyarlarsak
tüm öğrencilerin öğretim görevlilerinin çalışanların (hizmetlilerinden tutunda bekçilerine kantin sahiplerine kadar) bulundukları yeri değiştirme ve şekilledirmede
eşit hakka sahip olmaları diyebilirmiyiz.(tartışmayı ve eleştriyi olumlu bir noktaya çekmek açısından bazı kaba ve ayrıntısı olmayan kabullenmelere ister istemez
gitmek zorundayız.tabikide daha ayrıntılı tartışmak gerekliliğini bende savunuyorum.)

Bağımsızlık, bir milletin veya bir devletin, kendi vatandaşları veya nüfusu tarafından özgürce yönetilebilmesidir. Yani egemenlik haklarının başkasının elinde olmamasıdır.
tabikide unutulmaması gereken bir durum varsa bağımsızlık kelime anlamıya ne kadar anti-bağımlılık gibi görülsede aslında bir bağımlık noktasını oluşturan defaktör durumudur.
kısacası her bağımsızlık bir bağımlılık doğurur doğurmak zorundadır.

Özerklik, Muhtariyet ya da Otonomi eş anlamlı sözcükler olup bağımsız yönetim biçimini ifade eder.

peki bu noktada üniversitedeki bağımsız özerk demokratik hatta bir kaç kelime eklediğimiz dönemlerimizde oldu öR: bağımsız özerk bilimsel demokratik üniversite
nedir?


bu noktada en önemli nokta bilimsel özerklik olabilir ?
bilim ?
Bilim, neden, merak ve amaç besleyen bir olgu olarak günümüze kadar bir çok alt dala bölünmüş, insanların daha iyi hayat şartlarına kavuşmasına, var olmayan olguları bulmasına ve yeni şeyler öğrenmesine ön ayak olan genellemedir.
peki kapsayıcılı nedir bilim sonsuz diye tariflenen bir havuzun içindeki sonlamayı genişletme çabasıdır. yani daha iyi açıklayacak olursak 2006 yılında dünya 10 üzeri -53 ile 10 +53 arasında dolaşan bir sayı karmaşasını
sonsuz düzlem olarak kabul eder ve kapsayacığını buna göre belirler bu aradaki düzlem ve araştırma ve açıklama çabası bilimin kapsayıcığı ve kanunları arasında yer alır.


tabikide bunlar uzun uzadıya tartışmalar ve tartışılması gereken konular spinozanın bilimselliği ile habermasın bilimselliği hatta adolf hittlerin bilimselliği arasında bir çok tartışma noktası olduğu kesinliğinide unutmamak gerekiyor

ama kabaca yıllardır konuştuğumuz bilimsel demokratik özerk tam bağımsız üniversiteyi kabaca tariflemek istersek lima bildirgesi önemli bir referans noktası olacağa benziyor

Son 20 yılda, yükseköğretim kurumlarının akademik özgürlüğünü zayıflatıcı, sınırlandırıcı veya baskı altına alıcı son derece ciddi bir eğilim ortaya çıkmıştır. Bunun, yükseköğretimin çoğu zaman ekonomik tasarruf ve/veya politik menfaat tabirleri ile haklı çıkartılan anlaşmaya varılmış sistemi ile doğrudan ilişkisi bulunmaktadır. Bunun en alarm verici etkisi de, dünyadaki sosyo-politik sistemleri hiç hesaba katmamak suretiyle, öğretmenlerin, öğrencilerin, araştırıcıların ve eğitim yazarlarının insanlık haklarının giderek artan bir oranda ihlâlidir. Deklarasyonun orijinal fikri, Nantes’te 1984 yılında özel bir komisyonun sorumluluğu altında “Akademik Dayanışma ve İşbirliği” isimli yeni bir Dünya Üniversite Servisi programını başlatan bir Dünya Üniversite Servisi çalıştayında ortaya çıkmıştır. Komisyon, Eylül 1986’da Madrid’te uluslar arası bir çalıştay organize ettikten sonra, şu anda Hollanda İnsan Hakları Enstitüsü Müdürü olan Manfred Nowak’tan bir taslak deklarasyon hazırlamasını istedi. Deklarasyon fikri, genel olarak insan hakları alanında bir hayli uluslar arası enstrümanlar ve rehberlikler olmasına rağmen, yükseköğretimin akademik özgürlük ve özerkliği kapsayan alanında bunun eksikliğinin olduğunun anlaşılması üzerine ortaya çıktı.



Deklarasyonun ilk taslağı Ocak 1987’de yazıldı ve Komisyon, hem ulusal hem de bölgesel düzeydeki Dünya Üniversite Servisi ulusal komitelerinin uluslar arası bilgi ağı ile danışmalarda bulunarak taslağı tartışma, test etme ve düzeltme yolunda külfetli bir süreç üstlendi. Taslak, aynı zamanda yorum ve önerilerini almak üzere 50’den fazla uzman kuruluşa gönderildi ve onların önerileri Deklarasyonun son formülasyonunda büyük katkı sağladı. Taslak, Dünya Üniversite Servisi Uluslar arası Genel Toplantısında Eylül 1988 tarihinde onaylanmadan önce 3 defa gözden geçirilip düzeltildi.






Hem ulusal hem de uluslar arası düzeylerde, akademik özgürlüğün yıpranmasından dolayı ortaya çıkan çeşitli güçlüklere karşılık vermek konusunda üniversite topluluklarında övgüye değer girişimler oldu. Ancak pek çok girişim, akademik özgürlük, onun çeşitli boyut ve belirtileri konusunda net bir kavram olmaksızın problemlerle karşılaştı. Dünya Üniversite Servisi, bu deklarasyonun, yükseköğretim kurumlarında akademik özgürlük ve özerkliği savunma yolunda daha fazla eylemin, tartışmanın ve anlamanın önünü açacağını ümit etmektedir. Akademik özgürlük, yükseköğretim kurumlarının, onların gerçek fonksiyonlarını yerine getirmelerini sağlayıcı özel öneme sahip bir insan hakkıdır. Onlar, devlet ve iş çıkarlarından kaynaklanan anlamsız baskılardan korunmalıdır.






Dünya Üniversite Servisi, Deklarasyonu Uluslar arası olarak ilân etmek yolundaki eğilimlere karşı direnmiştir. Lima deklarasyonu, yüksek düzeyde tartışma ve danışma süreci ile ve mevcut deklarasyonu bir başlangıç noktası olarak almak suretiyle, uluslar arası toplumun, yükseköğretim kurumlarının akademik özgürlük ve özerkliğine ilişkin bir uluslar arası deklarasyon ilân etmek yönünde hareket etmesine imkân vermektedir. Bu amaçla, eylem için bazı görüşler ileri sürmekteyiz.

Başlangıç






İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 40. yıldönümünde 6-10 Eylül tarihleri arasında Lima'da toplanan DÜNYA ÜNİVERSİTELER SERVİSİ (WUS) Altmışsekizinci Genel Kurulu, insan hakları alanında, başta insan Hakları Evrensel Beyannamesi, Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Andlaşması, Uluslararası Temel ve Politik Haklar Andlaşması ve Eğitimde Ayrımcılığa Karşı UNESCO Andlaşması olmak üzere Birleşmiş Milletler'in ve diğer evrensel ve bölgesel örgütlerin oluşturdukları geniş kapsamlı uluslararası standartları gözeterek,



Üniversite ve akademik kuruluşların, insanların ekonomik, sosyal, kültürel, temel ve politik haklarını yaşama geçirilmesini takip etmekle yükümlü olduklarına inanarak,



Tüm diğer insan haklarından yararlanılmasında ve insanca kişilerin ve bireylerin yetişmesinde eğitim hakkının önemini vurgulayarak,



Eğitim haklarından yalnızca, akademik özgürlüğün var olduğu ve yüksek öğretim kurumlarının özerk oldukları bir ortamda tam anlamıyla yararlanılabileceğini göz önüne alarak,



Ve eğitime ilişkin şu ilkeleri kabul ederek,






a) Her insan eğitim hakkına sahiptir.






b) Eğitim insan kişiliğinin ve onurunun tam gelişimini sağlamaya yöneliktir ve insan haklarına, temel özgürlüklere ve barışa duyulan saygıyı pekiştirir. Eğitim tüm insanların özgür ve eşitlikçi bir toplumun kurulmasına etkin biçimde katılmalarını sağlar ve tüm uluslar, tüm dini ve etnik gruplar ile tüm ırklar arasında anlayışı, hoşgörüyü ve dostluğu geliştirir. Eğitim kadınlarla erkekler arasında karşılıklı anlayışı, saygıyı ve eşitliği geliştirir. Eğitim, toplumsal eşitlik, barış, tüm ulusların eşit gelişimi ve çevrenin korunması gibi çağdaş toplumların ana hedeflerinin kavranmasında ve bunlara ulaşılmasında bir araçtır.



c) Her devlet, her tür ırk, renk, cinsiyet, dil, din, politik ya da başka görüş, milliyet veya toplumsal köken, ekonomik durum ya da başka bir statüye ilişkin olarak herhangi bir ayrımcılık yapmadan eğitim hakkını güvence altına almalıdır. Her devlet, ulusal gelirinin uygun bir miktarını eğitim hakkından tam anlamıyla yararlanılabilmesini sağlamak amacıyla ayırmalıdır.



d) Eğitim olumlu bir toplumsal değişimin aracıdır. Dolayısıyla, eğitim her ülkenin toplumsal, ekonomik, politik ve kültürel durumundan kopuk olmamalı, bütün hak ve özgürlüklerin tam olarak edinilmesine yönelik bir biçimde statükonun değiştirilmesine katkıda bulunmalı ve daimi biçimde değerlendirilmeye açık tutulmalıdır.



Bu bildiriyi kamuoyuna açıklar.






Tanımlar






1) Bu Bildirgede kullanıldığı biçimiyle:






a) "Akademik özgürlük", akademik bir çevre üyelerinin tek tek ya da toplu halde bilgiyi araştırma, inceleme, tartışma, belgeleme, üretme, yaratma, öğretme, anlatma veya yazma yoluyla edinmelerinde, geliştirmelerinde ve iletmelerindeki özgürlükleri anlamına gelir.



b) "Akademik çevre", bir yüksek öğretim kurumunda öğretim, araştırma, inceleme yapan ve çalışan herkesi kapsar;



c) "Özerklik" yüksek öğretim kurumlarının iç işleyişlerine, mali işlerine ve yönetimlerine ilişkin kararlar almada ve eğitim, araştırma, dışa yönelik çatışmalar ve diğer ilgili faaliyetlerde kendi politikalarını oluşturmada devlet ve toplumun tüm diğer güçleri karşısındaki bağımsızlıkları anlamına gelir;



d) "Yüksek öğretim kurumları" üniversitelerden, orta öğretim sonrası eğitim veren diğer kuruluşlardan ve bunlarla ilgili araştırma ve kültür merkezlerinden oluşur.



2) Yukarıdaki tanımlar, akademik özgürlüğün ve özerkliğin bu bildirgede getirilen kısıtlamalara tabi olmadıkları anlamına gelmez.



Akademik Özgürlük






3) Akademik özgürlük, üniversitelerin ve diğer yüksek öğretim kurumlarının üstlendikleri eğitim, araştırma, yönetim ve hizmet işlevleri için vazgeçilmez bir ön koşuldur. Akademik çevrenin tüm üyeleri herhangi bir ayrım yapılmaksızın ve devletten ya da herhangi bir başka kaynaktan gelebilecek müdahale veya baskı endişesini taşımadan işlevlerini yerine getirme hakkına sahiptir.



4) Devletler akademik çevrenin tüm üyeleri için İnsan Hakları Konusunda Birleşmiş Milletler Anlaşmalarında tanınan temel, politik, ekonomik, sosyal ve kültürel hakları sağlamak ve bunlara saygı göstermekle yükümlüdür. Akademik çevrenin her üyesi, başta düşünce vicdan, din, ifade, toplanma ve örgütlenme özgürlükleri olmak üzere kişinin özgürlüğü ve dokunulmazlığı ile seyahat özgürlüğünden yararlanır.



5) Akademik çevreye girme olanağı toplumun tüm üyeleri için hiç bir engelleme olmaksızın eşit olacaktır. Herkes, yetenekleri temelinde hiç bir ayrım yapılmaksızın öğrenci, öğretmen, araştırmacı, işçi ya da yönetici olarak akademik çevre içinde yer alma hakkına sahiptir. Akademik çevrenin fırsat eşitliğine sahip olmamış üyeleri için eşitliğin sağlanmasını fiilen hızlandırmaya yönelik geçici önlemler, fırsat ve muamele eşitliği sağlama amaçlarına ulaşıldığında sona erdirilmek koşuluyla ayrımcı girişimler olarak değerlendirilmez. Tüm devletler ve yüksek öğrenim kurumları öğretim üyeleri ve araştırmacılar için istikrarlı ve güvenceli bir istihdam sistemini temin ederler. Akademik çevrenin hiç bir üyesi, akademik çevrenin demokratik yollarla seçilmiş bir organı önünde adil bir savunma yapılmadan göreviden alınamaz.



6) Akademik çevrenin araştırma işlevi ile ilgili tüm üyeleri, bilimsel araştırmanın evrensel ilke ve yöntemlerine tabi olarak, herhangi bir müdahaleye maruz kalmaksızın araştırma çalışmalarını sürdürme hakkına sahiptir. Bu kişiler aynı zamanda araştırmalarının sonuçlannı başkalarına özgürce iletme ve sansürsüz yayımlama hakkına da sahiptir.



7) Akademik çevrenin öğretimle ilgili tüm üyeleri, öğretimin kabul edilmiş ilkelerine, standartlarına ve yöntemlerine tabi olarak, herhangi bir müdahaleye maruz kalmaksızın öğretme hakkına sahiptir.



8) Akademik çevrenin tüm üyeleri, dünyanın herhangi bir yerindeki meslekdaşları ile temas halinde olma özgürlüğü kadar eğitim kapasitelerini geliştirme özgürlüğünden de yararlanırlar.



9) Tüm yüksek öğretim öğrencileri mevcut müfredat içinde istediği branşı seçme hakkı ve edindiği bilgi ve deneyimin resmi olarak tanınması hakkı da dahil olmak üzere, öğrenim özgürlüğünden yararlanırlar. Yüksek öğretim kurumları öğrencilerin mesleki ihtiyaçlarını ve beklentilerini karşılamayı amaçlamalıdır. Devletler, eğitimlerini sürdürebilmek için yardıma ihtiyacı olan öğrencilere gerekli kaynakları sağlamalıdır.



10) Tüm yüksek öğretim kurumları öğrencilerin, kurumun idari organlarında yer almalarını temin ederler. Tüm devletler ve yüksek öğretim kurumları öğrencilerin herhangi bir ulusal ya da uluslararası sorunla ilgili görüşlerini tek tek ya da toplu halde ifade etmek haklarına saygı gösterirler.



11) Devletler, tüm orta öğretim mezunları veya yüksek öğretim düzeyinde öğrenimlerini sürdürebileceklarini ispat edebilecek diğer kişiler için ücretsiz bir yüksek öğretim sistemi tasarlamak, düzenlemek ve yaşama geçirmek için tüm gerekli önlemleri almalıdırlar.



12) Akademik çevrenin tüm üyeleri, çıkarlarını korumak amacıyla sendikalar kurma ya da sendikalara katılma hakkı da dahil olmak üzere başkalarıyla birlikte örgütlenme özgürlüğü hakkına sahiptir. Akademik çevrenin tüm kesimlerinin sendikaları, kendi alanlarına tekabül eden mesleki standartların oluşturulmasına katılmalıdırlar.



13) Yukarıda sıralanan hakların kullanılması bazı özel görev ve sorumlulukları da birlikte getirir ve başkalarının haklarının korunması için gerekli olan bazı kısıtlamalara tabi tutulabilir. Öğretim ve araştırmalar mesleki standartlara tümüyle uyularak sürdürülmeli ve toplumun karşı karşıya bulunduğu çağdaş sorunlara yanıt verir nitelikte olmalıdır.



Yüksek Öğrenim Kurumlarının Özerkliği



14) Tüm yüksek öğretim kurumları, kişilerin ekonomik, sosyal, kültürel, temel ve politik haklarının gerçekleşmesini gözetir ve bilim ve teknolojinin bu hakları zedeleyecek biçimde kötüye kullanılmasını önlemek için çaba gösterir.



15) Tüm yüksek öğretim kurumları ilgilerini toplumun karşı karşıya bulunduğu çağdaş sorunlara yöneltirler. Bu amaçla, bu kurumların müfredatları ve faaliyetleri bir bütün olarak toplumun ihtiyaçlarına yanıt verir. Yüksek öğretim kurumları, kendi toplumlarında politik baskıları ve insan hakları ihlallerini kınamalıdırlar.



16) Tüm yüksek öğretim kurumları diğer benzeri kurumlar ve kendi akademik çevreleri içindeki bireylerle, baskıya maruz kaldıkları zaman dayanışma içinde olmalıdırlar. Bu dayanışma maddi ya da manevi olabilir ve baskı kurbanlarına sığınma, iş ya da eğitim olanakları sağlamayı içermelidir.



17) Tüm yüksek öğretim kurumları, bilimsel ve teknolojik bağımlılığı önlemek ve bilginin edinilmesi ve kullanılmasından dünyadaki tüm akademik çevrelerin eşit konuma sahip olmalarını sağlamak için çaba göstermelidirler. Bu kurumlar bölgesel, politik ya da benzeri diğer engelleri aşan uluslararası bir akademik işbirliğini teşvik etmelidirler.



18) Akademik özgürlükten gerektiği gibi yararlanmak ve yukarıdaki maddelerde sözü geçen yükümlülüklere uymak, yüksek öğretim kurumlarının üst düzeyde özerkliğe sahip olmasını gerektirir. Devletler, yüksek öğretim kurumlarının özerkliğine müdahale etmemekle ve toplumdaki diğer güçlerin müdahalelerini de önlemekle yükümlüdürler.



19) Yüksek öğretim kurumlarının özerkliği, ilgili akademik çevrenin tüm üyelerinin aktif katılımını içeren demokratik bir özyönetimle gerçekleşir. Akademik çevrenin tüm üyeleri, herhangi bir ayırım yapılmaksızın akademik ve idari işlerin yürütülmesinde yer alma hakkına ve olanağına sahiptirler. Yüksek öğretim kurumlarının tüm yönetim organları özgürce seçilir ve akademik çevrenin değişik kesimlerinden temsilcileri içerir. Özerklik, eğitim, araştırma, dışa yönelik çalışmalar, kaynakların kullanımı ve diğer ilgili faaliyetlerle ilgili politikaların belirlenmesine ve yürütülmesine ilişkin kararları kapsamalıdır.






tabikide niyetlerin hepsi sevilmeli ve kayda değer alınmalıdır. ama
neo liberal ve neo kapital politikalar her geçen gün insanlar üzerindeki tahribatlarını artırıken kişisel yada sektörel çıkarları yüzünden geçici heveslere kapılan ve art niyet gösteren insanlar ister istemez
zamanın ve tarihin küçümsenemez hezimetine kapılacaktır.ve zaman alıp götürecektir tertemiz yürekleri ve niyetleri
bu durum karşısında gösterilebilecek en doğal hareket ve en güzel oluşum marksist literatürde değinildiği gibi dünyayı yaşama ve değiştirme güdüsünden başka bir şey değildir.
bir başlangıç noktası gösterileceksede bu gerçekliğin bir durmura uğratılması ,devrimciliğin ve solculuğun yeniden tariflendirilmesi kaçınılmaması gereken bir şartır.
daha gündelik yaşantılarımızı kendi mutfağımızı, kendi yaşamlarını değiştiremeyen bireyler unutmamalırdıki; bizler yada değişimi düşünenler toplumu değiştirmek değil
toplumun değişimine el ayak ve gerekli koşulların yaratılması gerekliğini savunulmasını istemelidir.
(bakınız michel foucault hapishanenin doğumu)

peki nedir bu gençsen ?
tartışılması gereken diskin durumu 20 sene öncesinin diskine ne kadar özlem getirsek bile unutulmamalıdırki şu anki işçi sınıfı diye tariflenen sınıfın geldiği nokta
unutulmamalıdırki başbakanlık konutunda devlet terkanları ile verilen kokteylerle %12 lerle yapılan pazarlıklar esnasında
yudumlanan viskiler eşliğinde yurdun her hangi bir yerinde yaşayan işçi ahmettin çocuğuna ekmek götürmek için 15km yol yürümesi gerçeğinin
unutulmamalıdırki 2000 ytl asgari geçim düzeyinde 500 ytl ile ailesini geçindirmek için çile çeken insanların durumunu
unutulmamalıdırki hastanede kuyruklarında kıvranan insanların durumunu .... diyerek bir çok noktadan ajitatif davranılabilecek bir çok örnek verilebilir

asıl sorulması gereken soru ise gençsene üye olan insanların yada sol adına muhalefet adına bir şeyler yapmayı düşünen insanların sosyolojik durumlarının
tesbitleri ?
bunun için bir kaç soru sormanın faydası var

1-hangi kredi kartlarını kullanıyorsunuz?
2-yollada bir tandığınızı gördüğünüzde merhaba diyormusunuz?
3-komşuluk ilişkileriniz varmı?
4-çıkar gözetmeden bir insanla diyalog kurabiliyormusunuz?
5-izlediğinizde yada dinlediğinizde miğdenize kramp giren her hangi bir sanatsal faliyet yada eser varmı ? varsa adını yazınız?
6-cevapları ve ya çözümleri bulmak için izlediğiniz yollar nedir?
7-dünyanın her hangi bir yerinde her hangibir zaman diliminde hiç bir olanak olmadan yeniden yaşantınızı kurabilirmisiniz?
8-idealleriniz ve istedikleriniz için neleri göze alabilirsiniz?
9-yaşadığınız dünyadan yerden mahalleden ailevi ...vb konulardan memlunmusunuz ? menlun olduklarınız? ve memlun olmadıklarınız?
10-tartışma ve eleştrilerinizde bir yol kat edebiliyormusunuz?
11-gündelik yaşamda kendinizi eleştirseniz en hoşunuza gitmeyen eleştiriniz ne olurdu?


gibi daha da uzatılabilen sorular zincirlerine ve bunu paylaşabilen birliktelikler yaratabilmek daha olumlu olabilir diye düşünüyorum.
paylaşımlarınız için kemikalbiladerler@gmail.com